Salıncakta sallanmanın tuhaf bir tür bilgelikle bağlantılandığımız anlardan olduğunu düşünürüm.
Bu vesileyle hayatın akışını düşünebilir insan. Bir ileri, bir geri… İleri gidemezsen geri gidemezsin çünkü. Ayaklarından güç alıp başlarsın sallanmaya. Önce yavaş yavaş… Ve her ileri geri salınışında ayaklarınla, gövdenle, hızlanmaya çalışırsın. Hızlanırsın da…
Bazen de yavaşlamak istersin. Bırakırsın kendini. Birden değil de yavaş yavaş yavaşlarsın…
Sonra aniden tekrar hızlanmak istersin. Başının dönüşü geçmiştir; ya da sebepsizce, daha doğrusu senin anlamlandıramadığın bir sebeple hızlanmak istersin işte. Ya birisinden ya da ayaklarını yere sallandırıp onlardan destek alarak başlarsın hızlanmaya. Ya da… Gövden ve havada sallanan ayaklarınla, yavaş yavaş, santim santim hızlanırsın…
Sallanmak, süreci düşünüp düşünmediğinle çok ilgili bir şekilde zevk almakla ilişkilendirilebilir. Eğer sadece sallanmayı düşünüyorsan sallanırken; zevklidir. Ya da; etrafına, ondan zevk almak için bakıyorsan…
Oysa bazen diğer insanlara bakarsın sallanırken. Diğer insanların hızlarına…
Onların senden hızlı olup olmadıklarına…
İşte, o zaman sıkılırsın sallanmaktan; çünkü sadece kendi yavaşlığın ve hızlanma gereksinimin ilgilendirir seni. Etrafındakiler ya da sallanmanın zevki değil…
Aniden durduğunda da sallanma sıran bitmiştir ve orada dikilen bir çocuğa vermek zorundasındır yerini. Salıncaklar kısıtlıdır…
O kadar üzülürsün ki, çocuğa keyfini çıkartmasını bile öğütlemek istemezsin hıncından. Gerçi öğütlesen de dinlemeyecektir ya…