İncecik bir ses duyuyordum. Bir sıvının bir yere dökülüşü gibi. Bir şey mi kaçırıyordu? Anlayamıyordum. Bazen dökülüyor bazen damlıyordu. Nereden geliyordu?
Bir şey kokuyordu. Muhtemelen o dökülen ya da damlayan şeyden geliyordu bu muhteşem rayiha. Öyle ama ben hayatım boyunca böyle bir şey koklamamıştım ki! Bu koku bana ait hiçbir şeyde var olamazdı. Daha önce alsam onu kesinlikle hatırlayacağıma emindim. Öylesine farklı, öylesine dünya dışı bir şeydi ki, ilk kokladığında herhangi bir yargıda bulunmak aklına bile gelemezdi. Benim gelmemişti.
***
Birkaç dakika sonra onu bulmuştum. Kaktüsümün gür dikenleri altına sığışmış bir ottu. Hem o küçücük gövdesinden akıtabildiği bol ve tuhaf nektarını akarken görmüş hem de yanına yaklaştığımda artan kokunun ondan geldiğine emin olmuştum.
Kaktüsün toprağı, bir reçine gibi sertleşen nektarla kaplanmıştı. Oysa bitki cılız ve soluk görünüyor, o reçine külçesi büyüdükçe büyüyordu.
Elimi uzatıp dokundum. Sanki vücuduma ait olan, parmak uçlarımdan çok daha duyarlı başka bir uzantıya dokunmuştum.