Gökyüzüne baktı. En sönük yıldızlardan birisini aradı gözleri. Gözünün alabildiği en sönük olanını… Ve ona odakladı gözlerini yaşlarla dolsa da. Tüm dikkatini ona verdi. İlgisizliği anlardı çünkü ve ona yapılanı yapmamak için dahi olsa en sönük yıldızı arardı ilgisini sunmak için. Düşünürdü ki, bu sönük yıldıza bakmak pek olası olmayacağından ilgisiz kalmak rahatsız edebilirdi yıldızı. Düşünürdü ki, onun kadar uzakta birisinin dahi ilgisine hasret kalabilirdi o yıldız…
Tıpkı onun gibi… Her zaman görmezden gelinirdi o da. Ya da ışıltısı sönük olduğundan görülmezdi. Ne var ki, yıldızlar katrilyonlarcalarken; onlar, Yani oturduğu evin mevcudu sadece sekiz idi. O hariç sekiz… Baksanıza, kendisini saymayı bile unutmuştu. O kadar alışmıştı ki görmezden gelinmeye…
Onu neden görmezden geldiklerini hiç anlayamamıştı. Bir kız değildi, özürlü değildi, çok zayıf değildi, soluk falan da değildi…
Biraz sessiz konuşurdu bir zamanlar ama sesini yükseltmeyi öğrenmişti. Bağırsa da görmezden geliniyordu. Bu nasıl bir tuhaflıksa…
Bahçelerindeki köpek bile onun yanına gelmezdi. Okulda hiçbir öğretmeni, defterden kura çekmediği sürece, sadece bir kere kurada çıkmıştı, ona söz vermezdi.
Açıklanamaz bir şekilde görmezden geliniyordu işte. Fotoğraflarda bile. Kadraja sığmıyordu çoğu zaman. Sığsa da öylece geçip gidiyordu gözler üzerinden. Birisini telefonla arayıp bir şey söylediğinde ekseriyetle anında unutulurdu.
Yani insanlar onu hatırlamıyordu. Sanki dünyanın yuvarlaklığını bozan ve her an düşecek olan bir pürüzdü ve tutunamıyordu pürüzsüz dünyaya.
Ne yapsa da bunu değiştiremiyordu.
Hatta, bir keresinde birisinin hayatını kurtarmıştı ve kurtardığı kişi ona teşekkür etmeyi unutmuştu.
Yıllar geçti…
İki yüz yaşına geldiğinde; onu ölüm meleğinin dahi unuttuğunu anladı.