Evden başımı uzatır uzatmaz, daha ayağımı atar atmaz gelmişti o meşhur soru.
“Nereye?”
Yan komşumdu…
“Hiiiç”
Klasik cevabım. Her şeye uyardı bu mübarek “hiiç.”
Sağ olsun. Bu kelime sayesinde kaç kemik kırılmaktan kurtuldu bilemezsiniz. Yani sözün gelişi söylüyorum. Yoksa kemik kıramayacak kadar zayıftır yumruklarım. Öte yandan sevgili dostum “Hiiç” pasif direnişimde en gözde silahtarım ve silahım oluverdi. Yumruklarıma güvenmesem de; ona sonsuz güvenmekteydim.
“İyi bakalım, sana iyi gezmeler.”
Sana ne arkadaş! Hem gezmekte olduğumu nereden çıkarıyorsun anlamadım. Haa, kesin ağzımdan laf almaya çalışıyor bu.
“Gezmeye gitmiyorum ki, bir arkadaşın…” gibi bir şeyler mi duymak istiyor anlamadım.
Bozmadım sevgili kurnaz komşumu, ve;
“Sağ ol, sana da,” dedim. Bir elimle ağzımı kapatarak. Şu her şeyden sonra
“Sana da,” deme huyumdan ne zaman kurtulacaktım acaba? Herkes anlıyordu otomatik cümleler kurduğumu. Yahu kadın evindeydi. Ne gezmesi? Ne demeye “Sana da,” diyordum ona?
Neyse kapıyı kapattı ve beni kendisinden kurtardı.
İkinci darbe kapı önündeki tuhaf amcadan gelmişti. Bu adamın orada ne işi olduğunu hiç bilmiyordum. Her karşılaşmamızda merak etsem de unutup gidiyor, sonradan kimseye, kendisine bile sormuyordum laf arasında. Oysa bana olan samimiyetinden sorabileceğimi çıkartıyordum ama daha fazla muhatap olmak istemiyordum onunla. Zaten seviyesiz bir tipe benziyordu. Bulsa iç çamaşırlarımı koklayacak bir adilik seziyordum. İğreniyordum adamdan.
“Ooo, merhabalar bayan.”
Çok şükür ki abla demiyordu. O sığ kelime dağarcığında, abladan sonra en nazikçe olan sözcüğü “bayan” idi işte garibin. Arkamdan neler demiyordur da…
Beni tepeden tırnağa süzerken; itici bir şekilde;
“Evet,” dedim. Merhabama yazıktı. E be Müslüman, bir kot, bir kazak giyip üzerine de kaşe mantomu aldım, nereme bakıyorsun anlamadım ki!
İstifini bozmayarak yapıştırdı tabi o meşhur soruyu.
“Nereye böyle?”
Yılışıktı, o güzelim
“Böyle” kelimesini “Beyle” diye telaffuz ediyordu. Şiveden değil, ağzını yaya yaya konuşmaktan…
Ah, şu süper egomun içine tüküreyim! Ne tükürmesi be! Sıçayım sıçayım! Başımı kaldırıp yüzüne pis pis bakıp
“Sana ne lan it!” diyemiyordum şu pornocuya.
Hiçbir şey demeden yürüdüm. Arkamdan pis pis bir kahkaha duydum, bakmadım. Yanındakine benden bahsettiğini bilmiyor muydum sanki…
Üçüncü saldırı bir teyzeden geldi. Zararsızdı kadıncağız; ama o sorudan nefret ettiğimden ondan da nefret ettim. Git örgünü ör, çayını iç, dedikodunu yap be kadın! Sana ne benim nereye gittiğimden Allah aşkına!
Dördüncüsü, nedense diğer müşterilere asık suratlı olup; benimle bir şeyler konuşmaya çabalayan marketin kasiyerinden geldi. Kedi köpek mamasıyla bir paket sigara almak için girmiştim markete de…
Siz de merak ediyorsanız söyleyeyim, sahile gidiyordum. Biraz oturacak, sokakta ikamet eden dostlarıma bir şeyler ikram edip onlara sigaramla eşlik edecektim.
Sonrası…
Beşinci mi, on beşinci mi, artık bilemediğim soru da; sahilde çay satan adamdan geldi.
“Nereye gidiyorsun abla!”
Ona da cevap vermedim. Neden verecektim?
Sigara paketim de elimdeki poşet de boşalmıştı. Sahil yolundaydım. Epey de trafik vardı. Tam dişime göreydi yani.
“Cehennemin dibine!” diyerek atıversem kendimi yola? Acaba kimse duyar mıydı çok merak ettikleri sorunun cevabını?