09.01.2018

Bir antikacı dükkanında görmüştüm onu. Eski, tahta bir bavul… Bir asker bavuluydu muhtemelen.
İçinde bir şeyler varmış gibiydi. Antikacıya sorduğumda onu açamadığını söylemişti. Bakmak için izin aldığımda, neredeyse bir dokunuşta açıvermiştim. Bavulun içi küflenmemişti bile. İçindekiler de.
İçinde bir sürü oyuncak vardı. El yapımı, ahşap oyuncaklar… Çoğu yekpare kütüğe oyulmuş, bir kısmı başka ucuz, kendi halinde malzemelerle desteklenmiş…
Tahtadan büyüklü küçüklü atlar, faytonlar, kağnı arabaları, askerler, sapan… bir sürü şey vardı. Bir de kadife bir kutu durmaktaydı en altta. Diğerlerini çıkarıp onu açtım. Reçine, ahşap ve naftalin kokusu karşılamıştı burnumu kutuyu açar açmaz.
Güzeller güzeli bir bebekti kutuda öylece yatan. Ahşaptan yapılmış, eklemleri ince bir işle birbirlerine geçirilmek için el ile oyulmuş, elbiseleri teker teker dikilmiş, yüzü boyanmasa bile özenle zımparalanıp verniklenmiş, saçları bile insan saçından, kumral bir kadının saçından kesilip bebeğin kafasına zamkla titizce yapıştırılmış; el emeği, göz nuru bir oyuncak bebek.
Hiç oynanmamıştı onunla. Belliydi her halinden. Sanki yapılıp kimseye, ya da verilmek istenen şahsa verilememişti. Sanki buram buram yaşanılamamışlık kokuyordu bu kutu.
Oyuncak bebek diyordum; ama bence bu bebek oynanmak için değil, bambaşka bir şey için yapılmıştı. Seyredilmek için de değildi hatta. Bambaşka bir şey için… Bu bebeğin yapılma nedeni aşktı. Hissediyordum! Bu bebek bir kadının elinden çıkmıştı. Kendisini simgelemesi için bir adama verilmek üzere yapıldığını söylüyordu sanki bebek. Söylemek bir yana, bağırıyordu…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir