23.10.2018

Bir varmış bir yokmuş.
Uçsuz bucaksız bir ülke varmış. Bu ülkenin uçsuz bucaksız olmasının sebebi, tüm ülkelerde olduğu gibi, topraklarını savaşarak elde etmesiymiş. Eh, arif olana tarif gerekmez ama bu ülkenin ordusu çok çok güçlüymüş. Her bir asker yağla kaymakla, balla lokumla beslenir, en disiplinli şekilde, eğitimin en iyisini alırmış.
Sadece bir asker varmış ki, çocuk ruhluymuş. Sevmezmiş savaşı. Asker olmaya babası tarafından mecbur edilmeseymiş katiyen gitmezmiş asker ocağına. Diğer askerler hep aynı kalıptan çıkmışçasına davranırlarken, bizimki sırıtırmış onların arasında. Gerçekten sırıtırmış ama. Komutan emrederken sırıttığı için kaç kere dayak yediğini kimse saymamış. Sonunda alışmış komutanlar, kendi haline bırakmışlar.
Rüzgar gülleri yapıp arkadaşlarına armağan edermiş. Arkadaşları kızarlarmış ona ama gizli gizli rüzgarda döndürenler çıkmış rüzgar güllerini.
Bir gün, ilk savaşına çıkma kararı verildiğini duymuş. Bir gün bunun olacağını biliyormuş ama yine de olmamasını diliyormuş içten içe.
zakkum ağacının mis gibi kokan çiçeklerinin kokusu esrikliğinde, kararını vermiş. Asla öldürmeyecekmiş.


Savaş başlamış. Rüzgarlıymış hava. Bizim çocuk çıkmış iki ordu arasına. İki elinde iki rüzgar gülü, dönmeye başlamış havayla. Ardından bir daha dönmüş şiddetli bir okun hışmıyla.
Ölmüş çocuk.
Karşı ordu bile pişman olmuş bu çocuğu öldürdüğüne. Ne yapsalarmış, onların topraklarına saldırılmaktaymış. Çocuğun ordusundaki askerler atmışlar silahlarını, almışlar ellerine rüzgar güllerini. Komutanlar söz dinletememişler askerlerine. Ne çare… Gerisin geri dönmüşler yurtlarına.
Artık uçsuz bucaksız değilmiş o koca yurtları ama askerlerin gönüllerindeki acı, uçsuz bucaksızmış.
Acaba bu anlattığım, bir masal mıymış?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir