22.10.2018

Bülbül ötüşünü duydunuz mu hiç? Yok, bülbül ötüşünün ne kadar harika olduğunu duydunuz; gülle olan muhabbetini işittiniz biliyorum. Ben gerçekten bülbülün sesini duyup duymadığınızı merak ediyorum.
Ya da duyduğunuz kuş seslerinden hangisinin bülbüle ait olduğunu bilip bilmediğinizi…
Ben bilmiyordum, işitmemiştim. Belki, hatta kesinlikle duymuştum; ama işitmemiştim işte. Hiç de merak etmemiştim bülbülün sesini. O benim için sadece benzetmelerde kullanılacak bir sözcük, bir kavramdı. Kavram olacak kadar dahi gelişmemişti zihnimde. Oysa kim bilir kaç defa kullanmıştım onu benzetmelerimde. Aşık olduğumda, okuduğum bir aşkı anlatışımda ve daha bir sürü şeyde….
Bunu nereden mi çıkarmıştım? Oğlumun, kendi küçük oğlumun, sapanla bir kuşu vurduktan sonra pişman olup onu bana getirdiğinde, bu kuşun hangi kuş olduğunu bilmediğim için internetten baktıktan sonra kafa yormuştum bu duruma.
Bu küçücük kuşun ne aşklara örnek gösterildiğini oğluma nasıl anlatabilirdim ki? Her şey ortadaydı. Hikayelerde, masallarda, her yerde anlatılıyordu; ama insan idrak edemediği bir durumu nasıl anlatabiliyordu diğer insanlara? Anlatabiliyor muydu? Diğer insanlar anlayabiliyor muydu?
Kendi küçük oğluma, insanların hata yapabileceğini anlattım; ama her hatanın bir bedeli olduğunu söyledim. Pişman olmanın hiçbir işe yaramadığını…
Hatalı olanın tek kendisi olmadığını, benim de hatalı olduğumu anlatıp; bir bedel belirledim ödemek için. Tatlı bir bedel…
Ha, bedellerin hep acı olmaması gerektiğini de söylemeyi ihmal etmedim tabii. Bedelin işlevinin, sadece aynı hatayı yapmamayı sağlaması olduğunu, insana acı çektirmek olmadığını öğrettim.
Bedel, bülbül hakkında, aslında tüm kuşlar hakkında ne öğrenebiliyorsak öğrenmekti.
Ödedik…
İkimiz de…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir