26.01.2020

“Sen kendine bak!” diye bağırdı. Elleri titriyordu. Sesi yükselse de; güzelliğinden bir şey kaybetmemişti. Biletimi kesti, verdiğim kredi kartını alıp temas özelliği olmadığı için makineye takarak miktarı girdi. Ben onun hizmet vermek zorunda olduğu birisi olduğumdan yapmacık bir nezaketle ama hala sesinin bir kısmında öfkeyle:
“Şifre lütfen,” dedi yüzüme bile bakmadan. Gözleri makinedeydi. Şifremi girdim. Onaylamamıştım. Bana göre solda olan elini sağ alttaki tuşa basmak için uzattığında elime temas etti. Bu temasla onu sakinleştirmeyi ummuştum saçma bir şekilde. Zaten o da bu temasla yüzüme bakmıştı. Belki de niyetimi anlamıştı. Neydi onu üzen? O adama neden kızmıştı? Neden kendisine bakması gerektiğini söylemişti?
Gözlerinde bir gülümseme belirdi. Benim endişemi anlamış mıydı? Belki de:
“Amaan boş ver, klasik bir atışmadan başka bir şey değil, ama sağ ol…” demişti gözleriyle.
Kartımı elime verdiğinde o da temas etti parmaklarıma parmaklarıyla. Sanki güçlendirerek geri vermek istemişti ona olan sempatimi. Sempatisiyle güçlendirerek…
“Teşekkürler… İyi seyirler…”
Bu, normal bir uğurlama cümlesiydi.
Sonra ekledi dudaklarında muzip bir gülümseme parçacığıyla.
“Yine beklerim…”
Mutluydum… Artık sadece bir müşteri değildim. Başka bir şey olmak istediğimden değil. Yapmacık davranılan biri olmak istemediğimden mutluydum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir