29.11.2017

Uğur böceklerini çok severdi. Avuçlarında dolaşırken bir sinek kadar nazik ama bir sineğin hiç olmayacağı kadar sessizdiler.
Çocukken kaza eseri fark etmişti, uğur böcekleri ezildiklerinde harika kokuyordu. O zamanlar yanlış bir şey olduğunu anlayacak kadar empati kuramadığından nerede bir uğur böceği bulsa, ezmiş ve koklamıştı. Büyüdüğünde çok pişman olmuştu ama o kokuyu hep özlemişti. Hep özleyecekti.
O gün de bir uğur böceği, etrafında hiç yeşillik olmasa da; elinin üzerine konuvermişti. Yaprak bitleriyle beslenen bu hayvan beton yığınında ne yapmaktaydı acaba? İlk önce bunu merak etmişti. Yaprak bitleriyle beslendiklerini nereden bildiğini bilmiyordu; ama çam balının da böyle olduğunu okumuş ve uğur böcekleriyle paralellik kurmuştu. Çam balını da arılar çiçeklerden değil de çiçekleri ziyaret eden bitlerden alıyorlardı. Çam balı da güzel kokuyordu, uğur böcekleri de.
Zihin böyle bir şeydi işte. Genellemelerle çalışıyordu böyle.
Eline konan uğur böceğini avcuna geçirip seyretmeye başladı. İşte o koku çok yakındı. Avcunda, savunmasız bir yaratığın bedeni kadar yakın…
Zaten ölmeyecek miydi bu böcek? Ona yaprak biti sağlayamazdı ki. Keşke yapabilseydi ama nereden bulacaktı?
O bildik şarkıyı söyledi, böcek uçmadı. Elini salladı, böcek uçmadı. üfledi, böcek bir türlü uçmuyordu. Kıpırdasa da yerinden kalkmıyordu.
Hayatının sonuna dek o böcek yanında yöresinde durdu. İlginçtir, bir türlü de ölmüyordu hayvan.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir