Evinden çıkmak dahi istemiyordu ama mecburdu. Karnını doyurmak zorundaydı. Dış kapıyı üç kere kilitledikten sonra bezmiş adımlarla kendisini sokağa sürükledi. Bir yandan da saldırıya uğrarsa karşı koyacak gücü olup olmadığını sorguluyordu. Keşke daha erken, henüz gücü kuvveti yerindeyken çıkmaya cesaret edebilseydi. Sağ ayağının ucunu ağır kapıdan çıkarır çıkarmaz bir kadın çığlığı çalınmıştı kulaklarına. Yine yol ortasında tecavüz ediliyordu kadının birine. Gözlerini bile kaçırmadı; çünkü kaçırdığı yerde daha kötüsünü görme ihtimali çok fazlaydı. İşte, bir çocuk kendisinden küçük bir çocuğu yere yatırmış, hem küçük çocuğun olması muhtemel olan bir ekmeği yiyor hem de çocuğun üzerinde tepiniyordu. Birazdan da ona tecavüz ederdi büyük ihtimalle. Artık çok az kadın dışarıya çıkıyordu çünkü.
Birkaç adım sonra, adamın biri, dişleri simsiyah, açlıktan avurtları çökmüş, saçı sakalına karışmış bir adamdı, bir köpeğin boğazını ısırmaktaydı. O haliyle yiyebileceğini sanmaktaydı zavallı. Köpek daha acınası görünüyordu gerçi. İnliyor, inliyordu adam onu ısırdıkça. Bir türlü ölmüyordu. Adama saldırmayacak kadar ona sadık olmalıydı.
Bilek kuvvetiyle adam toplayarak yemeklerini ayaklarına getiren kabadayılarının pineklediği kahveden bozma bir izbeye girdi. Televizyon açıktı. Bir zamanlar birbirleriyle kanlı bıçaklı olan insanlar, jilet gibi takım elbiseleri, televizyondan bile burnuna gelen mis gibi ama ağır parfümleriyle tartışıyor gibi yapıyorlardı o zaman da yaptıkları gibi. Birden bu düşündüklerini kahvedeki o kaba saba adamlara söylediğini fark etti. Ağzı ondan azade çalışmış ve başarmıştı. Yemekten başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen o çürük dişli ağızları açılmış ve sadece memnuniyetsizliklerini belirtmek amacıyla homurdanmak için oynattıkları diyaframlarından bu kez hoşlandıklarını belirten homurtular yayılmıştı. En çok istediği şeyi vermişlerdi ona sonra. Yemek… Yedikçe konuşmuş, konuştukça yemişti.
Bu takım elbiselilerin, önce kendilerini böldüklerini, bölerken bile ayrışmış gibi görünen birleşik bir güç olduklarını, bunu yaparak aslında takım elbiseli olmayanları böldüklerini söylemişti. Televizyonu işaret etmiş ve bir örnek giysilerini göstermişti. Onlar bile aynıydı neticede.
Sonra da kendi dişlerini göstermiş, onlarınkini işaret etmişti. Sonra avurtlarını… Sonra açlıktan, sağlıksızlıktan şişmiş karınlarını… Hepsi, hepsi birebir aynıydı. Tıpkı onların takım elbiselerinin aynı olduğu gibi…
Kabadayılar adamlarını toplamış, yiyeceklerini bölüşmüşlerdi onun, bizzat onun verdiği gazla. Sonra tecavüze uğrayan kadınları kurtarmışlardı. Onların anaları, bacıları olduklarını hatırlayıvermişlerdi bir anda. Sonra da…Bir gün kapısının altından kalın, kaliteli bir zarf atılmıştı. Tam da beklediği gibi. Zarfta bir paket ve kim bilir kaç karnı doyurabilecek kadar pahalı bir kağıt vardı. Kağıtta bir baloya, yemekli bir baloya davet ediyorlardı onu takım elbiseliler. Pakette ise, kalori değeri yüksek, en pahalısından yarım kilo havyar bulunmaktaydı.
Havyarı afiyetle yedikten sonra, bu amaçla kendi elleriyle diktiği takım elbisesini ütülensin diye yatağının altına koyup muhteşem bir sabaha uyanmak için uyudu.
Ertesi gece, o balodayken onlarca kadına tecavüz edilmekteydi ve o izbede yine sadece yemek için açmaktaydılar ağızlarını, kalın enseli tembel adamlar. Bir de homurdanmak…