Güneşin ilk ışıkları görünmeden kalkardı. Şehir merkezinin tam ortasında, en civcivli yerinde bir gökdelenin en üst katında özel, küçük bir bahçe keşfetmişti. ne gökdelende ikamet ediyordu ne de bir tanıdığı gökdelende yaşıyordu. Bir iş görüşmesinde görmüştü bahçeyi. Ne yapıp ne etmiş, bir anahtar kartını aşırıp oraya girmek için insanlara bir sürü bahane hazırlamıştı yedeğinde. Gerçi kimse sabah erkenden onun orada ne işi olduğunu merak edecek durumda olmazdı. Herkes işine yetişme telaşında oluyordu nihayetinde.
Bahçenin kime ait olduğunu hâlâ bilmiyordu. Bilse ne olacaktı ki? Hâlâ işsizdi. Hiçbir saygınlığı, karizması yoktu. Bir haftaya kadar kira vermezse evsiz de kalacaktı. Zaten tek başına yaşıyordu evde. Kira parası çok fazla geliyordu. Buna rağmen başka biriyle yaşamak istememişti. Kimse de onu istememişti. Bunu test etmeye gerek duymamıştı gerçi. Yani onu isteyip istemeyeceğine karar verecek arkadaşı yoktu ki…En kötü o bahçeye sığışırdı evsiz kaldığında. Tek avuntusu, hatta gizli arzusu oydu. Nasıl gizleneceğini bilmiyordu ama bulurdu bir şeyler nasılsa. En kötüsü yakalanıp hapse atılırdı.
O gün, evden atılıp bahçeye sığıştığı ilk gece, ilk defa bahçeyi gece yarısı görmenin huşusuyla, avuç kadar yeri dolaşırken gördü onu.
İlk gördüğünde, onu devasa, boyu kadar bir lahana yaprağı zannetti. Yakından incelemek için yaklaşıp dokunduğunda eli bir yumurta akı içinden geçiyormuş gibi hissetti ama elini geri çektiğinde tertemizdi. Bir daha dokunup zorladı, eli içeriye girdiğinde kolu dahi görünmez olmuştu. Yaprak yırtılmıyordu bile hem de.
Tümüyle girmeye karar verdi. Oradan geçtikten sonra gördükleri çok güzel şeylerdi. Çiçekler, hayvanlar… yani yabanıl doğa, istediğini yiyip istediği yerde barınabileceği bir yer…Belki de tam istediği bir yerdi; ama o, arkasını dönüp oradan çıktı. Bahçe hepsinden güzeldi.