13.03.2018

Kurbağa vıraklamasına benzeyen bir ses…
Nereye gitse bu sesi duyuyordu ve sesin nereden geldiğini bir türlü bulamıyordu. Altı saniye aralıklarla… Saymıştı. Hatta bununla kalmamış, saniye gösteren bir saatle kontrol etmişti. Altı… Tam altı saniyede bir, bir vıraklama duyuyordu. Başkasının bu sesi duymadığını söylemeye gerek bile yoktu elbette. Bu ses eşliğinde uyumayı öğrenmişti artık. Alışmıştı bu sese. Alışmak zorunda kalmıştı. İnsan neye alışmıyordu ki…
Aslında kendisini alıştığına dair telkin ediyordu ve bunda oldukça da başarılı oluyordu. Yani biraz kendisini bıraksa büyük çapta bir nöbet geçirebilirdi. Kurbağa sesi… Oldukça ürkütücü bir sesti. Düşük seviyede olmasına rağmen tehditkar geliyordu kulağa.
‘Bana dokunursanız elinizde siğil çıkar’ diyordu bu ses. Bir kurbağa tarafından avlanan bir sinek geliyordu gözü önüne her vıraklamada. Suda ve karada sizi takip edebilen, yavruyken başka yetişkinken başka olabilen, her şeye ayak uydurabildiğinden kolaylıkla kaçamayacağınız, esnek bir yaratıktı kurbağa. Tüylerle ya da pullarla kendisini korumaya gerek duymayacak kadar özgüvenliydi. Çocukların oyuncağı olsa da intikamını onların ellerinde çıkarttığı siğillerle alırdı. Ona bulaşılmazdı. Siğiller kaybolsa, bu kez kabuslarda baş köşeye otururdu o ihtişamlı özgüveniyle.
Bu sesin ona musallat olmasının bir sebebi olmalıydı. Doktora gitmeliydi. Muhtemelen ses sadece zihnindeydi.


Sesi ilk duyuşundan tam bir ay geçmişti ve ses artık beşer saniye aralıklarla duyulmaya başlamıştı. Hiçbir doktor, hiçbir ilaç bir işe yaramamıştı.
Bir ay daha… Dörder saniye…

Dört aydan sonra…
Yavaş yavaş şişmeye başladı. Tıpkı küçükken kurbağalara yaptığı gibi, patlayacaktı.
Kaderine razı olmuştu da bunu ona kim yapıyordu? Tek bilmek istediği şey buydu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir