Döner bir bilgisayar sandalyesinde oturuyorum. Yapay derinin altında süngerimsi bir yapısı var. Onun altında da demir bir aksam. Yaslanan kısmının etrafı da demir ya da çelik, tam bilmiyorum. Plastik bir parçası yok gibi. Oldukça kaliteli bir sandalye bu. O zamanlar daha çocuğum ama hatırlayabiliyorum nasıl olduğunu. O zaman bile dikkat ederdim demek böyle şeylere. Başım dönene kadar sandalyede kalmaya kararlıyım. Başımın dönmesini sevmiyorum ama orada dönmek hoşuma gidiyor. Hem canımın sıkıntısını alıyor hem de çok rahat. Masadan yarım metre uzak. Masa üzerindeki bilgisayarın ekranı karanlık. Hayal gücümün önünde hiçbir engel yok. Bir yandan dönüyorum, diğer yandan da bir astronot olduğumu düşlüyorum. Bir simülasyona sokmuşlar beni. Tek başıma çıkacağım uzaya. Bana güvenmişler. Bir yere, yeni keşfedilmiş olan bir yere, yepyeni bir teknolojiyle yapılmış bir araçta gideceğim. İlk defa denenecek bu teknoloji. Önce döndürülecekler aracı. Sonra da… Vışşşşşşşt!
Bir şekilde zamansız bir yerden, zamansız bir şekilde o mekânda olmak üzere planlanmış bir yolculuk…
Tıpkı böyle bir sandalye gibi bir araç bu. Küçük görünse de eşyalarımın hepsinin sandalyedeki küçük boyut ceplerinde depolandığından rahatlıkla her şeyi yanıma alabileceğim bir araç.
Bir an… kendimi orada zannediyorum. Babam patronuyla tanıştırmak için çağırmasa… belki de gidecektim oraya.
Yirmi iki yaşındayım. Galiba on yıldır ayak basmamıştım binaya. Babam hâlâ o ofiste çalışıyor. Patronu biraz kilo almış; ama saçları o zaman da beyazdı.
Merak ediyorum. Sandalye nasıl? Acaba orada mı; yoksa değiştirdiler mi?
Evet!
İşte orada… Paslanmış, gıcırdıyor; ama odada kimse olmadığı için oturup dönebilirim.
Belki…