Zihnimdeki ilk bilinç kıvılcımı acıyla çaktı. Keşke öylece sönüverseydi. Ama acı ateşi harlatmıştı. Tıpkı yanmaya devam eden bir maytap gibi kıvılcımlar ardı arkasına çakmaya devam etti. Ses güzel değildi, bir maytabın yanması gibi heyecan vermiyordu. Bilakis, korkutuyordu beni. Daha fazla acı çekeceğim anlamına geliyordu çakan her kıvılcım. Bir maytap yanarak biterdi, şanslıydı. Oysa benim bilincimde çakan her kıvılcım onu canlandırıyor, daha fazla acı vadetmekten başka hiçbir anlama gelmiyordu.
Çekmeden ölüp kurtulduğumu zannettiğim tüm acıları faiziyle çekiyordum şimdi. Çakan her kıvılcımla hatırlıyordum her şeyi.
Isırılarak kopartılmış parmaklarımın acısı, binlerce ayağın altında ezilmiş yüzümün kırıntılaşmış kemiklerinin etimi parçalayıp birbirinden ayrılmayan bir tür lapa hâline getirişi…
Artık parmaklarım, ellerim bileklerim, yüzüm olmayacaktı. Ayak bileklerim bile ayaklar altında ezilmişti. Onlar da geri gelmeyecekti. Kaburgalarım…
Bu ciğerler nasıl olur da tekrar çalışırdı?
Tüm bu acının altındaki, vücudumun artık asla bir parça olmayacağını bilmekten dolayı hissettiğim acı geri gelmişti ya, işte o hepsinden beterdi.
***
Şaşırıyorum! Nasıl oldu da ölmedim? Beni, hangi Allah’ın belası densiz alçak kurtardı? Bana nasıl kıydı da bu hâlimle kurtarabildi? Hiç mi acımamıştı bana? Neden bırakmadı da öleyim! Ona asla affedemeyeceği bir şey mi yapmıştım yoksa?
Bu kadar acıyı nasıl oluyor da çekebiliyorum? Cehennemde olamam. Bu dünyadan âlâ cehennem olabileceğine bir an bile inanmamıştım. Tanrım, varlığına inanıyorum ama… Kusura bakma ama cennet ve cehenneme hiçbir mucize inandıramaz beni. Alınma yani… Hem sen neden sağ kalmama izin verdin ki?
AH! Bu acı bitmez. Ölünceye kadar çekeceğim bu işkenceyi. Kim bilir ne zaman öleceğim? Onca insan beni öldüremediyse…
Yüzlerce ayakkabı altında ezildi yüzüm. Nasıl beynim sarsıntısını atlatabildi anlamıyorum. Bu arada gerçekten yüzlerce tekme yedim. Ezildim, yumruklar… Dirsek darbeleri… Bir köpeğin ısırma kuvveti kadar güçlü olmasa da hınçla güçlendirilmiş çenelerin altında akan kanım ve kopartılan etim, çiğnenen parmak kemiklerim…
Yok, şaka falan yapmıyorum. Abartmıyorum da. Kelimenin tam anlamıyla linç edildiğimi anlatmaya çalışıyorum. Kaburgalarım bile bilmem kaç parçaya ayrıldı ayakların altında. Yüzüm ve ellerim un ufak edildi. Bu yüz asla eskisi gibi olamaz diyorum size. Yüzümü şimdiden unuttum.
Kişiliğim bile değişmiş olabilir beynimi delen kafatası kemiklerim yüzünden. Beynim kaç yerinden hasar görmüştür kim bilir…
Patlayan gözlerim Allah bilir hangi parmağın ucunda sönüvermiştir?
“Seni iyileştireceğim, merak etme diyor?”
Oysa iki kulağımdan da galonlarca kan boşaldığına, kulak zarlarımın ikisinin de patladığına yemin edebilirdim. Onu nasıl duyabiliyorum peki?
Dilim bile kaç yerinden şişlendi. Aslında dişlendi demeliyim. Çünkü dökülen dişlerim ve kırılan çenem dilimi pelteye çevirdi.
Ama nasıl oluyor da hayattayım hâlâ, defalarca sorsam ve bana binlerce bilimsel veriyle gelseler bile ikna olamam herhâlde. Diyorum işte! Doğal değil bu.
“Acın birkaç dakikada geçecek, merak etme. Vücudun, eskisinden de sağlam olacak.”
Haydi canım…
“Ama sana soracağım bir soruya cevap vermeni istiyorum.”
Neyle cevap vereceğim ki? Ağzımı çenemden ya da sağ yanağımı soldakinden ayırabilirsen ben de cevaplayıveririm sorunu, ne olacak cancağızım, senden önemli mi bir çift söz?
“Merak etme, konuşabilirsin. Şimdilik seni konuşabilecek kadar onardım.”
Kendimi gerçekten zorluyorum konuşmak için.
“Sor.”
Madem hayattayım, düzelme ihtimalim varsa, şu acıdan kurtulabileceksem bir soru cevaplamam gerekiyorsa ben de öyle yaparım. Yeter ki bitsin. Yeter ki şu acıyı artık çekmeyeyim. Yeter ki…
“Seni iyileştirirsem ne yaparsın?”
“Ne?” diyebiliyorum sadece.
“Onlardan intikamını almaya çalışır mısın mesela?”
Gülüyorum. Bu kadar acı çekerken gülebildiğime hayret etsem de elimde değil, spazmlar tüm vücudumu sarssa da gülmeye devam ediyorum.
Değil bir insan, koskoca bir yanar dağ bile olsaydım onlar gibi olamazdım herhâlde. Bana saçma sapan sorular soran acımı ve ölümümü elinde tutan bu insan gibi de…
Verecek hiçbir cevabım yok. İstemiyorum. Sadece gülüyorum. Elimde olan tek şey sözsüz kahkahalarım.