Bir çalı süpürgesiyle tüm gün boyunca ortalığı süpürürdü. Süpürgenin o karakteristik sesi… O ses için, o sesi daima duymak için her şeyden feragat edebilirdi. Ediyordu da…
Aklından, sağlığından, normalliğinden…
Süpürgenin sesi ona uçtuğunda rüzgarın çıkarttığı sesi çağrıştırırdı. Süpürgeyle uçtuğunu hayal eder, bir sürü gidecek yer bulup süpürgenin çıkardığı ses eşliğinde hayallediği yerleri canlandırırdı zihninde.
Bazen çocuklara anlatırdı fondaki süpürge sesiyle.
Neler kurmazdı ki!
Türlü şekil ve kılığa girmekte özgür cinlerin cirit attığı, ejderhaların birbirlerine alev fırlatıp bu alevlerle top oynadıkları, şeytanların birbirlerine benzer ruhları sıralayarak okey oynadıkları, cücelerin prensesle kutu kutu pense oynadıkları, kurşun askerlerin kurşun diye kendilerini birbirlerine attıkları, doğulu tüccarların birbirleriyle yağ satarım oynadıkları, pokemonların toplarına sığamadıkları, çocukların onları cipslerinden çıkardıkları tasolarla avladıkları, koskoca padişahların sınırlardan geçmemek için şehzadeleriyle altın yaldızlı tebeşirle çizgiler çizip seksek oynadıkları, cadıların ayna karşısında dedikodu ederken canından bezmiş kuaförlerin hiç konuşmadan onlara hizmet ettikleri, zebanilerin harıl harıl akıllı telefonlardan borsa oynadıkları, deniz kızlarının denizde defile yapıp; karada yaptıkları sakarlıklarıyla sirklerde insanları eğlendirdikleri, aslanların masalara oturup yemek yerken penguenlerin onlara hizmet ettikleri… absürt absürt yerler hayal ederdi.
Yine böyle hem süpürür hem hayal eder ve hem de kendisini dinleyen üç-beş çocuğa bu canlandırdığı şeyleri anlatırken; rengarenk kumaşlarla diktiği peleriniyle cinsiyetini bir türlü anlamadığı birisi gelmişti yanına.
Önce onu dinlemiş, sonra boğazını temizlemişti onun dikkatini kendisine çekene kadar.
Ardından profesörlerin taktığı gözlüklere benzeyen gözlüğünü cebinden çıkarıp takmıştı. İhtiyacı olduğu için miydi? Hiç sanmıyordu. Gözlüğünü takar takmaz da konuşmaya başlamıştı.
Hiç anlamadığı şeylerden bahsetmişti ama dinletiyordu kendisini. Asla anlayamayacağı şeylerden konuşsa da süpürgesi öylece elimde kalakalmıştı işte. Demek ki gerçekten dinletiyordu kendisini, bu hâlâ hiçbir şekilde cinsiyetini anlayamadığı insan.
Ardından, sanki hiçbir şey anlamadığını anlamışçasına, söylediği onca şeyi özetlemişti yine cebinden çıkarttığı bir tek süpürge çalısını ona taktim ederek.
Söylediğine göre bu süpürge çalısını süpürgesine bağlarsa o hayal ettiği her yere gidebilir, etiyle-kemiğiyle orada olabilirdi.
Tabii ki aldı onu ve bağladı süpürgesine…
Ve tekrar hayallemeye başladı.
Olmuyordu! Olmuyordu!
Bir türlü istediği şekilde olmuyordu!
Baktı ki olmayacak, o çalıyı, süpürgesinden çıkarıp rüzgara, geri almamak üzere teslim etti.
O Yaşamak istemiyordu ki, hayal etmek istiyordu…