Çiçeğin tohumunu bir vazoya koydu. Olduğu gibi ona verecekti. Altına ve üstüne ıslak pamuk koydu üstünü kapattı ve odasına götürdü. Odası güneşi epey görmekteydi. Masasının altına koyabilirdi on beş günlüğüne herhalde. Çiçekçinin söylediğine göre on beş gün karanlık ortamda kalması gerekiyordu bu tohumun layıkıyla çimlenmesi için. Sonra ise bol güneş… Diğer elinde iki poşetten büyük olanında vazoya koyacağı toprağı da getirmişti. Madem bir hediye verecekti, tam vermeliydi. Bir saksıyla vermek istememişti çünkü bu çiçek deliksiz bir saksıya ihtiyaç duymaktaydı. Bir de vazoyla vermek çok daha estetik olur diye düşünmüştü. Zaten bu vazo da biraz saksıya benziyordu ama üzerinde bir sürü kuş resmedilmişti ve camının rengi harikaydı…
Bu çiçek çok ender bulunan bir çiçekti. Tohumlarını yurt dışından getirtmişti. Çiçeklerden çok iyi anlayan bir insana vermek için birebirdi yani. Gerçekten çok sevinecekti. Yüzündeki mutluluğu görmek için sabırsızlandığını itiraf etmeliydi. Ona karşı mahcuptu ve bunun için bir şeyler yapmasının zamanı çoktan gelmişti.
Odanın kapısının önünde dururken sözlerini son kez prova etti, kapıyı çaldı ve “girin,” derken sesinde bulunan iyimser tonun tadını çıkartmak için bir saniye durduktan sonra kapıyı koluyla açıp içeri girdi.
Tahmin ettiği gibi kendisini gördüğünde yüzü değişmişti; ama bu durum değişecekti, öyle umut ediyordu.
“Merhaba, bu çiçeği sizin için aldım.”
Masaya yürüdü ve vazoyu ortaya koydu. Elinde tuttuğu poşetlerin küçük olanından çiçeğin kitapçığını çıkartıp masaya koydu.
Sanki kovulmadan önce her şeyi yapıp söyleme telaşındaydı.
“Kitapçıkta da diyor; ama on beş gün tohumun çimlenmesi lazım. Karanlık bir yerde… Tıpkı sizin bana yaptığınız ve benim yanlış anladığım gibi. Siz, özümü ortaya çıkartabilmem için yapmıştınız bunu. Eğer baştan güneş alsaydım, tıpkı bu çiçek gibi çimlenemeyecektim. Ancak çimlendikten sonra, ihtiyacım olan güneşi görebilecektim. On beş gün bu çiçeğe fazla gelmeyecek ama sabırsız bir insan olan benim gibi bir insana sizin verdiğiniz süre çok fazla gelmişti. Bunu ancak şimdi anlayabiliyorum. Size haksızlık ettiğimin farkındayım. Umarım beni affedersiniz.”
Söyleyecekleri bitmişti…
Masadaki kitapçığı alıp baktı. Gülümsedi. Masasından çıktı ve ona sarıldı. Aralarındaki ve kendi içindeki barış sağlanmıştı.