Arkamda olduğunu sezmiştim. Gülümsedim. Nasıl olsa arkamdan gülümsediğimi göremezdi. Enseme vurup tatlı tatlı: “Gülmee,” dediğinde… aslında utanacağımı sansam da; yalnızca mutlu olmuştum. Nasıl anladığını bile merak etmemiştim. O, oydu. Anlardı. Arkamı dönmeden öptüm. Nasıl olsa ruhu etrafımı çepeçevre sarmıştı. Bir yerine denk gelirdi bir şekilde.
Etiket: #hikaye
30.11.2020
Kim bilir günde kaç kişinin oturduğu bir sandalyeye otururken düşündü. Düşünürken de poposunu hafifçe kaldırdı. Ona daha önce oturmuş insanlardan iğrendiği için değil, sandalyeyi düşündüğü için ağırlığını ona vermek istememişti bir anlığına. Sonra, o bildik mantığı dümeni eline aldı ve sandalyeye hiçbir şey olmamış gibi yayıldı. Sandalyenin tam o anda kırılması, mantığı tarafından doğal karşılanmadan önce, bir salise önce, utandı.
03.08.2020
Mis gibi reçine koktuğu için onu seviyordum. Çok çirkin bir kadındı aslında; ama çok güzel kokuyordu. Ayrıca reçinenin bir kadında bu kadar güzel kokacağını tahmin edemezdim. Kişiliği de reçine gibiydi. Savunma amaçlı, yapışkan, anti bakteriyel… O kadın benim karımdı. Zaten onu çekici bulmamak bunun için canımı sıkıyordu. Yine de… Sevgi bazen bu tür şeyleri önemsizleştiriyordu. Başka bedenlerle dahi tatmin olmadığım için bunu da bir seçenek olarak belirlememişken… Ona, sevgiden kelepçelerle bağlandığım acı bir gerçekti.
25.07.2020
Bir arşivciydi o. Her şeyi arşivler, arşivlediği pek az şeyi deneyimlemek için, yani öylesine incelerdi. Herhangi bir şeye arşivlemek amacıyla bakmakla onu yaşamak için sindirmeye çalışmak arasında çok fazla fark vardı. O ise bunlardan sadece biriyle ilgileniyordu. Bir gün, bir yerde küçük bir çocuğun dayak yemesine ve hiçbir şey yapmadan, kendisini bile savunmadan içini çeke çeke ağladığına şahit oldu. O an içindeki sürüngen uyanıverdi. Arşivlemek aklına bile gelmedi. Çocuğu kurtardığında, arşivlenecek bir de insana sahip olduğu anlaşılmıştı. Çocuğun sahip olduğu bir aile yoktu çünkü. O andan itibaren arşivlemek tamamen önemini yitirdi. Önemli bir şey bulduğu içindi belki. Arşivleme çabası da …
23.07.2020
Bir türlü doyamadığım, muhtemelen bağımlılık yapıcı milyonlarca katkı maddesi konulmuş bir abur cubur gibiydi. Paketinin çıkarttığı sese kurulmuş gibi ayak seslerine kurulmuştum. Ayak sesleri geldiğinde ellerim kulaklarım kaşınmaya başlıyor, nefesim hızlanıyordu. Evet! İşte paket açılıyordu! İşte yaklaşıyordu! Koku… Koku… Bir cümleyle başlıyordu söze doğal olarak. “Merhaba” Çoğunlukla böyle selamlıyordu. Paketin ikinci katmanı açılıyordu. Aslında bu abur cuburda bir paketin içinde paketlere sarılı birkaç çikolata vardı ve ilki açılıyordu. Onu ben açıyordum. “Merhaba,” diyordum gerisin geri. Açılan paketin içinden bu kez paketle kokusu maskelenmemiş hâliyle alabiliyordum kokusunu. “Bugün nasıldı?” diye soruyordum. Dilimi uzatıp; şöyle bir tadına bakıyor, yokluyordum aynı mı tadı …
21.07.2020
Büyük bir olay olmadan önce şu kapı kapanmalıydı. En azılı suçluların kapatıldığı hapishanenin kapısı, bir sabah yok olmuştu. Menteşelerine kadar çalınmıştı. Bunu fark eden gardiyanlar ve polisler kapının önünde bekliyorlardı. Sonra halk oraya akın etmeye başladı. Suçluları linç etmek istiyorlardı. Aklı evvel bir gazetecinin haberinden öğrenmişlerdi kapının yok olduğunu ve adaleti sağlamaya geliyorlardı güya. Suçlular ise bir yerlere sinmişti, bekliyorlardı. Dünya değişmişti onlar için artık. Hapishane bir tür sığınak olmuştu. Belki yarın öbür gün, kapı yerine gelirse… Kalabalık yüzünden yeni bir kapı bile yapılamıyordu. Her şey unutulana kadar böyle bekleyeceklerdi. Oysa unutulmuyordu. Her geçen gün kalabalık artıyordu. Çaresizlik insanları kendisine …
17.07.2020
Şarkı söylerken karşılaşmışlardı. Yok, farklı şarkıları… Hatta biri türkü söylüyordu, diğeri İtalyan bir adamın bir şarkısını mırıldanmaktaydı. Türkü söyleyen, diğerinin gerçekten İtalyanca bilip bilmediğini merak etmişti ama tanımıyorlardı birbirlerini, soramazdı. İtalyanca şarkıyı söyleyen, iki elinde tuttuğu iki kahveden birisini ikram etti ansızın diğerine. İkisi de kahveyi seviyorlardı. Artık sorabilirdi. Evet, gerçekten de İtalyanca biliyordu kadın. Adamın bağlama çalıp çalmadığını merak etmişti o da. Sordu… Evet çalabiliyordu. Konuşmaya başladılar… Sohbet, kahvenin rengini almaya başladı. Onun gibi sıcacıktı.
16.07.2020
Şekerin paketini sıyırırken çıkarttığı sesten rahatsız olmuştu; ama yapacak bir şey yoktu. Aslında daha çok canı istemişti ama ondan şeker isteyemezdi. Hem birbirlerini tanımıyorlardı hem de bir şey istemekten yapabildiğince kaçınırdı. Ona öyle öğretmişti babası. En çok verdiği öğüttü “Kimseden bir şey isteme.” Ama canı istiyordu işte. Ve görüyordu. Koskoca bir paket dolusu şeker vardı onda. Ve yiyor, yiyor, yiyordu. Karşısında durmasına rağmen bir tek şeker ikram etmemişti. Ona da babası; “kimseye bir şey verme,” mi demişti?
15.07.2020
Bir tiyatro salonu vardı. Sadece bir oyun için yapılmıştı ama o oyun her gün farklı bir şekilde oynanıyordu. Hem yönetmen, hem oyuncular ve hem de seyirciler senaryoyu unutmuştu çünkü. Yazar da ölmüştü.
12.07.2020
Tavuğun derisini yüzdüm. Pişirdikten sonra yüzdüğümden tavuk harika kokuyordu. Derisinin kokusu da sinmişti. Yememek için kendimi çok zor tutuyordum. Oysa onu kedilere vermeliydim. Onlar çok seviyorlardı, biliyordum. Ben de onları seviyordum. Deriyi de seviyordum ama… kedileri daha çok seviyordum. Hiç sevmediğim; ama kedilerin sevdiğini bildiğim parçaladığım bir adet yumurta sarısıyla birlikte bir kaba koydum derileri ve onlara ikram ettim. Yumurtanın sarısını hiç sevmezdim.