Arkamda olduğunu sezmiştim. Gülümsedim. Nasıl olsa arkamdan gülümsediğimi göremezdi. Enseme vurup tatlı tatlı: “Gülmee,” dediğinde… aslında utanacağımı sansam da; yalnızca mutlu olmuştum. Nasıl anladığını bile merak etmemiştim. O, oydu. Anlardı. Arkamı dönmeden öptüm. Nasıl olsa ruhu etrafımı çepeçevre sarmıştı. Bir yerine denk gelirdi bir şekilde.
Etiket: #öykü
14.11.2020
Karşılıklı iki tekli koltukta oturuyoruz. Aramızda uzun, dikdörtgen bir sehpa var. İyi ki var… Yoksa üstüne atlayabilirim. Yumruklarım, kısa saçlarını çekerim. Kısa olması daha iyi. Daha çok acıtır. Ellerimle kavrayabileceğim kadar uzun olduğundan tam ellerime göre. Sehpanın üzerinde cam bir tabak, tabağın içinde küçük küçük sabunlar var. Tabağın yanında kurutulmuş çiçek dolu bir de vazo. Şimdi çarpsam o çiçekler dökülüp ortalığı kirletir. Gerek yok böyle bir şeye. Diyelim ki hıncımı alamadım, şu dededen kalma kılıcı çeksem saplasam boynuna, gebertsem bitse gitse! Ama olmaz ki. Ondan sonra temizlemesi var. Çıkmaz ki kan lekesi. Hem rüyalarıma falan girer, bir de onun rüyasıyla …
18.09.2020
Bir zamanlar, okuduğum tek kitabın dünyada en çok okunan kitaplar arasında olduğunu itiraf etmekten utanmadığımı söylesem hakkımda ne düşünürsünüz? O zamanlar öyle bir insandım işte. İşe güce fazlasıyla düşmüş, merak etmeyi unutmuştum. Aslında işimden ve yeme-içme, barınma gibi ihtiyaçlarımdan başka pek az şeyi umursuyordum. Okuduğum kitaptan birkaç ay sonra, biraz da o kitapla ilgili bir sebeple değişmişti hayatım. Tabii tabii… Size kitabın adını yazmayı unuttum değil mi? Martı… Hani şu kısacık, biraz şiirsel, biraz kişisel gelişim kokan kitap var ya… Yazarını unuttum şimdi ama kesin biliyorsunuzdur zaten. İşte bir çöpün kenarında, yaralı bir martı görünce aklıma o kitap, yani Jonatan …
25.07.2020
Bir arşivciydi o. Her şeyi arşivler, arşivlediği pek az şeyi deneyimlemek için, yani öylesine incelerdi. Herhangi bir şeye arşivlemek amacıyla bakmakla onu yaşamak için sindirmeye çalışmak arasında çok fazla fark vardı. O ise bunlardan sadece biriyle ilgileniyordu. Bir gün, bir yerde küçük bir çocuğun dayak yemesine ve hiçbir şey yapmadan, kendisini bile savunmadan içini çeke çeke ağladığına şahit oldu. O an içindeki sürüngen uyanıverdi. Arşivlemek aklına bile gelmedi. Çocuğu kurtardığında, arşivlenecek bir de insana sahip olduğu anlaşılmıştı. Çocuğun sahip olduğu bir aile yoktu çünkü. O andan itibaren arşivlemek tamamen önemini yitirdi. Önemli bir şey bulduğu içindi belki. Arşivleme çabası da …
17.07.2020
Şarkı söylerken karşılaşmışlardı. Yok, farklı şarkıları… Hatta biri türkü söylüyordu, diğeri İtalyan bir adamın bir şarkısını mırıldanmaktaydı. Türkü söyleyen, diğerinin gerçekten İtalyanca bilip bilmediğini merak etmişti ama tanımıyorlardı birbirlerini, soramazdı. İtalyanca şarkıyı söyleyen, iki elinde tuttuğu iki kahveden birisini ikram etti ansızın diğerine. İkisi de kahveyi seviyorlardı. Artık sorabilirdi. Evet, gerçekten de İtalyanca biliyordu kadın. Adamın bağlama çalıp çalmadığını merak etmişti o da. Sordu… Evet çalabiliyordu. Konuşmaya başladılar… Sohbet, kahvenin rengini almaya başladı. Onun gibi sıcacıktı.
16.07.2020
Şekerin paketini sıyırırken çıkarttığı sesten rahatsız olmuştu; ama yapacak bir şey yoktu. Aslında daha çok canı istemişti ama ondan şeker isteyemezdi. Hem birbirlerini tanımıyorlardı hem de bir şey istemekten yapabildiğince kaçınırdı. Ona öyle öğretmişti babası. En çok verdiği öğüttü “Kimseden bir şey isteme.” Ama canı istiyordu işte. Ve görüyordu. Koskoca bir paket dolusu şeker vardı onda. Ve yiyor, yiyor, yiyordu. Karşısında durmasına rağmen bir tek şeker ikram etmemişti. Ona da babası; “kimseye bir şey verme,” mi demişti?
13.07.2020
Sakin bir kadındı. Balkona çıkıp sakin ama işitilebilir bir sesle, daha önce hiç duymadığım bir şarkıyı söyleyeceği hiç aklıma gelmezdi. Birisi için söylüyor olmalıydı bu şarkıyı. Belki de onu hiç duymayacak, en azından o an duymayacak birisi için… Yine de onun için önemli değildi. O şarkıyı o an söylemese içinden bir şey basınç yüzünden yok olacakmış gibi hissetmiştim. Şarkının içeriğinin önemi yok. Artık yok; çünkü o kadın o şarkıyı söyler söylemez, onun hafızamda bile kalmasının kadına saygısızlık olduğuna hükmederek unutuverdim.
11.07.2020
Bir çayırda sakin sakin otlarken görmüştüm onu. Mis gibi kokuyordu. Daha önce öyle bir şey görmemiştim. Sanki bir varlığı yoktu, nurdandı sanki. Daha önce öyle bir yaratık görmediğim için telefonumla fotoğrafını çekmek ve görselini aramak niyetiyle yanına yaklaştım, sakince bana baktı. Resmen poz bile verdi inanabiliyor musunuz? Hiçbir eşleşme bulunamamıştı. Gerçekten eşsiz bir yaratık olmalıydı. Heyecanlandım; ama bir şey keşfettiğim için değil. Ya başkaları onu rahatsız ederse diye. Yanına gittim, bir hayvan gibi kokmuyordu. Çok farklı kokuyordu. Yasemin çiçeği gibi mesela… Ona tam olarak benzemese de; o karakterde bir koku olduğunu söyleyebilirdim. Boynuzuna dokundum, yumuşacıktı. Kavga etmek ya da kendisini …
10.07.2020
Hayallerimle ben ayrı insanlarmışçasına farklıydık. Saatlerce hayaller kuran birisi olduğum mümkün değil anlaşılmazdı. Rutinime bağlı, asık suratlı bir insandım. Bunu bilsem de düzeltmek için; değişmek, hayallerimi yaşamak için hiçbir şey yapmıyordum. Hayatımdaki tek soru kendimle yaşamayı nasıl kıvırabildiğimdi. Ta ki bir uyurgezer olduğumu, bir gizli kamera kayıtlarından, binlerce insanla birlikte öğrenene dek…
06.07.2020
Islak gözleriyle yüzüme baktı. Numara yaptığını biliyordum. Aldırmadım. Yüzünü büzüştürerek birkaç damla daha çıkartabildi. Ne bileyim, belki acı bir anısını zihninde canlandırmaya çalışıyordu. İçimden bir yumruk aşk etmek gelmişti; ama kendimi tuttum. Arkamı bile dönemezdim. Yüzüne ifadesizce bakmalıydım. Öyle de yaptım. Artık yönlendirilmesi kolay, yumuşak yürekli biri olmayacaktım. Belki de onu sevmeye devam etseydim… hâlâ yönlendirilecektim. Yani akıllanmamış, sadece sevmekten vazgeçmiştim. Ya da sevdiğimi zannetmekten… Uygun başka birisini görene kadar.