02.01.2021

Fazla dürüsttü. Çok fazla… Ama söylediği her doğru şey, ondan hoşlanmama sebep oluyordu. Yok yok… Hoşlanmak fazlasıyla nötr kalıyordu ona olan hislerimi açıklamak için… Onu resmen arzuluyordum. Acımasızdı bazen; ama ben biliyordum ki o doğruyu söylüyordu. Bazen bana da yapıyordu bunu. Özellikle de kendisine. Sadece… Sadece çocukların yanında başkalaşıyordu. Yumuşuyordu. Değişiyordu işte. Bir gün ona her şeyi anlatmaya karar verdim. Anlattığımda cevabı tek cümleydi. “Ama ben seni sevmiyorum.” Bu cevabı bile onu bir kat daha arzulamama sebep olmuştu. Ben ona değil de doğruya mı aşıktım? Onu, yani birisinin kendi gerçeğini dürüstçe söylemesini mi arzuluyordum? Cevabı beni incitmemişti bile. Ona gülümsedim …

Okumaya Devam Et

01.01.2021

Kalabalığı sevmiyorum. Bağırtıları, yapmacık neşeyi… Aslında sevmemek değil bu, buna üzülüyorum anlıyor musun? Her mutluluk çığlığı, bana yardım haykırışı gibi geliyor. Özellikle burada. Bir kumsalda çalışıyorum yazları. Mısır satıyorum da… Ne yaparsın… İşte orada herkes birbirine su atıyor, bağırıyor, çocuklar yetişkinlerle aynı seviyede hissediyorlar kendilerini bir nebze de olsa. Erkekler kadınlarını bağırtmaktan haz duyuyorlar adeta. Bir de benimle iki mısır için pazarlık yapmaktan… Neyse işte… Ben kalabalığı sevmem. Onlar gittikten sonra akşam girerim denizin koynuna. Elimdeki mısır kokusuyla deniz kokusunu kaynaştırmaya. Denizle dertleşiriz. Soğuk olur o ama ben anlarım. Yorgundur aslında. Bense ona kollarım ve ayaklarımla masaj yaparım. Derdini, dalgalarının …

Okumaya Devam Et

18.09.2020

Bir zamanlar, okuduğum tek kitabın dünyada en çok okunan kitaplar arasında olduğunu itiraf etmekten utanmadığımı söylesem hakkımda ne düşünürsünüz? O zamanlar öyle bir insandım işte. İşe güce fazlasıyla düşmüş, merak etmeyi unutmuştum. Aslında işimden ve yeme-içme, barınma gibi ihtiyaçlarımdan başka pek az şeyi umursuyordum. Okuduğum kitaptan birkaç ay sonra, biraz da o kitapla ilgili bir sebeple değişmişti hayatım. Tabii tabii… Size kitabın adını yazmayı unuttum değil mi? Martı… Hani şu kısacık, biraz şiirsel, biraz kişisel gelişim kokan kitap var ya… Yazarını unuttum şimdi ama kesin biliyorsunuzdur zaten. İşte bir çöpün kenarında, yaralı bir martı görünce aklıma o kitap, yani Jonatan …

Okumaya Devam Et

02.09.2020

Çok farklı bir işe imza atmak üzereydi. Birebir ölçülerinde bir heykel yapacaktı. Kendi heykelini… Buraya kadar farklı olan bir şey yoktu tabii. Farklı olan şey heykelin pozisyonuydu. Takla atarken elleri üzerinde durduğu pozisyonda durduracaktı zamanı mermerde. Ve daha da abartıp vücudun sadece serçe parmakları üzerinde durmasını sağlayacaktı . Yapılması imkânsız denecek kadar zor olacağı için mi böyle bir şey yapmak istiyordu? Hayır, yalnızca gerçek hayatta yapamadığı bir şeyi, yapmış olmak, hatta onun da üstüne çıkmak ve çok basit bir şeyi gerçekleştirememiş vücudunun bir şeyleri telafi etmesini sağlamayı arzuluyordu. Telafi etmeye çalıştığını dahi kimse düşünmemeliydi bile. O kadar olağanüstü bir şey …

Okumaya Devam Et

27.07.2020

Elindeki patates filizlenmişti. Torbadaki tüm patatesler filizlenmişti… Zehirlenme riskine rağmen onları kullanması gerekiyordu. Kendisi ve bebeği için… Başka yiyecek hiçbir şey yoktu çünkü. Bir şeyler bulacak gücü ya da bebeğin zamanı da yoktu. Birkaç dakika sonra ölmesi mümkündü. Bu filizlenmiş patatesler onu birkaç dakika daha yaşatacaksa, sonra öldürse bile, öyle olsundu. En azından elindeki her şeyi kullanmış olurdu. Patateslerin hepsini filizlerinden arındırmaya özen gösterse de; bunun pek işe yaramayacağını biliyordu. Onları haşlamak için tencereye koydu. Sonra ezip püre yapacak, bebeğine yedirecekti. Çok az bir kısmını da kendisi yerdi belki. Daha sütten kesilmemesi gerekirdi yavrusunun. Diğer dört çocuğunu birer yıl emzirmişti. …

Okumaya Devam Et

25.07.2020

Bir arşivciydi o. Her şeyi arşivler, arşivlediği pek az şeyi deneyimlemek için, yani öylesine incelerdi. Herhangi bir şeye arşivlemek amacıyla bakmakla onu yaşamak için sindirmeye çalışmak arasında çok fazla fark vardı. O ise bunlardan sadece biriyle ilgileniyordu. Bir gün, bir yerde küçük bir çocuğun dayak yemesine ve hiçbir şey yapmadan, kendisini bile savunmadan içini çeke çeke ağladığına şahit oldu. O an içindeki sürüngen uyanıverdi. Arşivlemek aklına bile gelmedi. Çocuğu kurtardığında, arşivlenecek bir de insana sahip olduğu anlaşılmıştı. Çocuğun sahip olduğu bir aile yoktu çünkü. O andan itibaren arşivlemek tamamen önemini yitirdi. Önemli bir şey bulduğu içindi belki. Arşivleme çabası da …

Okumaya Devam Et

23.07.2020

Bir türlü doyamadığım, muhtemelen bağımlılık yapıcı milyonlarca katkı maddesi konulmuş bir abur cubur gibiydi. Paketinin çıkarttığı sese kurulmuş gibi ayak seslerine kurulmuştum. Ayak sesleri geldiğinde ellerim kulaklarım kaşınmaya başlıyor, nefesim hızlanıyordu. Evet! İşte paket açılıyordu! İşte yaklaşıyordu! Koku… Koku… Bir cümleyle başlıyordu söze doğal olarak. “Merhaba” Çoğunlukla böyle selamlıyordu. Paketin ikinci katmanı açılıyordu. Aslında bu abur cuburda bir paketin içinde paketlere sarılı birkaç çikolata vardı ve ilki açılıyordu. Onu ben açıyordum. “Merhaba,” diyordum gerisin geri. Açılan paketin içinden bu kez paketle kokusu maskelenmemiş hâliyle alabiliyordum kokusunu. “Bugün nasıldı?” diye soruyordum. Dilimi uzatıp; şöyle bir tadına bakıyor, yokluyordum aynı mı tadı …

Okumaya Devam Et

19.07.2020

Dudağından mıdır, dişinden midir, damağından mıdır, dilinden midir bilinmez; ıslık çalarken çok farklı bir ses çıkartırdı. Gümüşî bir ses… Beni de o sesle kendisine aşık etmişti zaten. Taksi çağırırken bile, bir flütten çıkarcasına temiz çıkıyordu; ama keskin çıkıyor, farklı bir şekilde de olsa dikkat çekiyordu. Islık çalarak bir sürü şey anlatabiliyordu. Oysa konuşmayı pek sevmezdi. Fazlasıyla okur, az konuşur, okuduklarının felsefesini ya da uygulamasını bile ıslıkla yapardı. Hatta uyurken bile, bana ninni söylemeyi amaçlarcasına horlarken ıslık çalar, kronik uykusuz olan beni dahi uyuturdu. Ölmüştü… Cenazesinde meymenetsiz, patavatsız ve kıskanç bir akrabası söylemişti yüzüme. “Hatırlıyor musun, hayatı boyunca ıslık çalmaya çalışırdı …

Okumaya Devam Et

18.07.2020

Bir sıkıntısı mı vardı acaba? Devamlı yürüyordu bir ileri bir geri. Ne düşünüyordu? Sorup sormamayı çok düşündüm. Sormamaya karar versem de gözüm sürekli ona takılıyordu. Derdini sormak yerine, dükkânımın önünden çekilmesini, başka bir yere gitmesini söyledim. Ertesi sabah kalkar kalkmaz ilk aklıma gelen şey oydu; ama onu bir daha hiç görmedim. Şimdi düşünüyorum da; meselâ o Boz Atlı Hızır olsa, kesin gözünden düşmüş olacaktım. Sınavı kaybetmiştim. O delikanlı Boz Atlı Hızır olsa da olmasa da…

Okumaya Devam Et