29.04.2020

Yerden bana gülümsüyor. Bir mask… Neden yerde acaba? Alsam mı? Çok yakışıklı bir adamın yüzü… Bebek yüzlü değil; ama karakterli bir yüz bu. Anlamlı bir ifadesi var. Sanki ‘Sana anlatacaklarımdan ben de emin değilim; ama bunları düşünmek, ölçüp tartmak hoşuma gidiyor,’ der gibi.
Bana ne anlatacak acaba? Alsam mı yerden?
Alacağım… Alıyorum…

Aldım.
Maskın altında bir kaplumbağa varmış. Neden oraya girmiş ki?
Bana ne canım. Sert deriden yapılmış maskı alıp yürüyorum. Bana anlatacağı şeyleri dinlemek istiyorum eve götürdükten sonra. Konuşacak, biliyorum.
Evdeyim. Kapıyı açmak için anahtarı ararken ayağımın arkasına bir şey çarpıyor. Bir kaplumbağa… O kaplumbağa mı?
Eğiliyorum, sanki anlayacakmışım gibi bakıyorum. İyi ki eğilmişim. Yoksa kaplumbağanın sesini duyamaz, söylediklerini anlayamazdım.
‘Beni içeriye al… Ben sana anlatacağım onun söylemek istediklerini.’
Basit iki cümle, fısıltılı, takırtılı, hacimsiz bir sesle söylenen dümdüz iki cümle…
Anahtarla kapıyı açarken elim titremiyor. Titrer diye düşünmüştüm oysa. Açıyorum ve hürmetle bekliyorum kaplumbağanın içeriye girmesini. Eşikten yavaşça, tekerlene tekerlene atlayıp ilerliyor. Hemen solda salon var, sanki evi bilircesine oraya yöneliyor. Alçak, uzun sehpanın üzerine çıkıyor zahmetsizce ve beni bekliyor. Ben de yanına koyuyorum maskı ve ellerimi yıkıyor, yanlarına gidiyorum.
‘Onu üstüme kapa,’ diyor kafasını uzatmadan. Ses kabuktan daha iyi çıkıyor böylece. Dediğini yapıyor, maskı üzerine geçiriyorum.
Böylece her şey başlamış oluyor. Günler, geceler süren sohbetler. Kış uykusuna bile orada yatıyor. Tüm ihtiyaçlarını karşılıyorum tabii.
Onu seviyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir