Nefessiz kalmıştı. Eşinin öldüğünü söylediklerinde ne yapacağını bilememişti. Profesyonel asker olan o değil miydi? Aniden ölmesi gereken… Yani en azından ölse kimse şaşmazdı. Bu işinin doğasıydı. Oysa bir öğretmen olan eşiydi ölen. Hem de ani bir kurşunla…
Şaka gibi gelmişti ona duyduğunda. Kulaklarında en sevdiği takı olan, çocukken ona kendisinin hediye ettiği baykuşlu bir küpe vardı. Sol kulağındaki yamulmuştu. Sıyrılmış kulağından kanı temizlenerek teslim edilmişti ona.
Kimseye aldırmadan kulağını deldirip kendisi takmıştı. Bir daha da göreve gitmemiş, emekliliğini istemişti. Artık alkolik bir adamdı. Rakıdan başkasını içmezdi önceleri ama şimdi köpek öldüren içiyordu. belki daha çabuk ölürdü.
Daima beli ağrıyordu artık. Eh, ninesinden öğrendiği yakıyı ona yapan kadın ölmüştü. Bel ağrısında bile o vardı. Onun yokluğu… Yokluğu, varlığını hatırlatıyordu.
Bir gün, karısının köyünden bir paket geldi. Sabahın köründe getirmişti kargo elemanı. Tam uyuyacaktı. Zor yürüyordu. Uykusuz ve sarhoştu. İmzasını bile atamamıştı neredeyse, öylece karalamıştı kâğıdı.
Karısının ölmemiş ninesinden bir mektup ve paket gelmişti nedense. Suna Nine, muhtemelen torununa yazdırmıştı bu mektubu.
‘Oğlum, bugün seni rüyamda gördüm. Belin ağrıyordu rüyamda. Torunumu çağırıyordun, ona gitmek istiyordun. Onun yanında iken belin ağrımazdı. Sana biraz yakı gönderiyorum oğlum. Bir de meşhur tarifimi. Zehra’ya kavuşana kadar belin ağrımasın diye. Bilirsin, Zehra hiç sevmez rakıyı. Sadece sende severdi; ama seni sevdiği için, senin bokunun kokusunu bile sevdiği için severdi. Onun için oğlum, artık içme. Bilirim, pek seversin o mereti. En ufak şey bahanedir içmene, bilirim.
Oğlum, Zehra seni pek kıskanırdı; ama öldükten sonra değil.
Gözlerinden öperim.
Suna Ninen.’