Her tarafı aynı olan, dümdüz bir meydandaydım. Hiçbir şey yoktu etrafımda. Yürüdükçe yürüyor; fakat hiçbir şeyin değişmesini sağlayamıyordum arşınladığım kilometrelerce mesafeyle. Bir hedef görünmüyor, işitilmiyordu. Yeknesaklığa alışmak kolay görünse de kazın ayağı öyle değildi. O boşlukta düşünecek bir şey bile gelmiyordu insanın aklına. Çağrışım zincirini inşa edecek bir tek halka bile görünmüyordu. Öyle ki, bir tek kaldırım taşı bile farklı değildi diğerlerinden. Hepsi, kalıptan çıkmışçasına, ki öyle olmuştu, aynıydı.
Bir yerde böyle bir cehennem tasavvuru vardı. Galiba bir kitapta. Doğruydu… Gerçekten cehennem azabı ancak böyle olurdu. Ateş renkliydi, acı da… Tenin kızılı da acıydı işte.
Renksizlik kötüydü sadece. Acı sayesinde yazılmamış mıydı en güzel eserler? Acının resmedilmesinden oluşmamış mıydı en güzel tablolar? Acı sebepli haykırmamış mıydı keman, ney, santur… Acıdan göğüslerine vurulmamış mıydı davulların?
Diğer duygulara kimsenin sözü yoktu; ama acı cehennemde olamazdı. Cehennem ancak tekdüzelikten örülürse cehennemî olabilirdi.
Peki ben cehenneme düşecek ne yapmıştım?
Belki de hiçbir şey yapmadığım için buradaydım.