Rahatın gerçekten battığı nadir insanlardandı. Kendisine işkence etmek gibi bir niyeti yoktu. Nefret de etmiyordu varlığından. Sadece rahattan rahatsızlığa geçme hâlini sevmiyordu. O alışma anı zor geliyordu ona. Bu konuda verdiği bir tek ödün vardı. Yumuşak bir battaniyesi vardı kendisine kullanmak için izin verdiği, hatta bunun için can attığı. O sokaklarda yaşayan küçük bir çocukken başka bir çocuk vermişti kendisine battaniyeyi. O zamanlar maviydi, şimdiyse rengi belli değildi. Galiba griye çalıyordu; ama kesin bir şey söylenemezdi tabii. Eskimişti ne de olsa. Çocuk, annelerinin kardeşiyle kendisine aynı renkte iki battaniye aldıklarını; fakat kardeşinin öldüğünü söylemişti. Onun için vermişti ona bu battaniyeyi. Onu verdiğinde, başka bir çocuğun o cinsiyetsiz teri kokmaktaydı; çok yıkamıştı ondan sonra doğal olarak; ama o koku hâlâ hatırındaydı.
Yetimhaneye ve birbiri ardından üç farklı eve kendisiyle giden ortak tek şey bu battaniyeydi.
Birlikte taşındıkları dördüncü ev, evlendikten sonra eşiyle yaşadığı evdi. Rahatına düşkün kocası, bu battaniyenin ısıtmadığından bahsetse de; ondan vazgeçmesi söz konusu bile olamazdı. Zaten kendisinden başka birisinin kullanması son derece rahatsız ediyordu onu. Neden ehlikeyif bir adamla evlendiğini her an merak etse de; aşk aşktı işte. Yavaş yavaş bir şeylere alışmaya başlaması da aşk sebepliydi. Gerçi kocası da sert bir yatakta uyumaya, devamlı erken kalkmalara, koşulara alışmak zorunda kalmıştı. O da; sıcak banyolara, sakinleştirici müziğe, eskiden nefret ettiği çikolataya. Üstelik kendi elleriyle harikulade çikolatalar yapacak kadar…
Yine de; aradaki şu geçişe bir türlü alışamamıştı. Sakinleştirici bir müzik sırasında çalan kornaya, banyodan sonra üşümeye, çikolatanın bitmesine…
Hayat böyle bir şey değil miydi zaten? Belki zamanla ona da alışırdı.