30.10.2023

Elindeki çapayı kaldırıp tüm vücuduyla toprağa indirdi. Çapanın sapı uzundu. Metale çarpan küçük taşların ve yarılan toprağın sesini işitti. Bir daha… Bir daha… Gövdesinin devinimiyle kendi kendisini hipnotize edene kadar çapaladı. Vücudundan damlayan tuzlu terinin farkında değildi. Derken topraktan bir kök fırladı. Tam önünde üzerindeki ince gövdeyi uzatmaya başlayınca ister istemez dikkatini çekmişti. Gövde uzadı, kalınlaştı… Bunu yaparken kökün toprağa ihtiyacı yok gibiydi. Peki ne yapacaktı? Öylece yürüyecek değildi ya… Öyle yaptı, köklerini hareketlendirerek; yani yürüyerek oradan uzaklaştı. Bir yandan da büyüyerek… Toprağa eskisi kadar ihtiyacı olmayan, ne idüğü belirsiz bir bitki… Gözlerini ovuşturup çapalamaya devam etti.

Okumaya Devam Et

19.05.2020

Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, ulu bir ağaç varmış. Çok büyükmüş bu ağaç; lakin ruhu çocukmuş. Hafifmiş aklı, uçucuymuş. Hareketli olmak istermiş. Bir parkta, kendisi gibi birkaç uzak ağaçla huzur içinde yaşarmış yaşamasına ama ruhu huzursuzmuş. Köklerindeki mantarları sayesinde diğer ağaçlarla konuşurmuş bazen. Parka uğrayan kuşlardan, insanlardan bahsederlermiş. Çiçeklerle de konuşurmuş, rüzgârla da… Özellikle karahindiba otunu pek severmiş ulu ağaç. Tohumlarının uçuşlarına pek imrenirmiş. İnsanların onları üfleyerek dilekler dilemesine o kadar çok imrenir, o kadar çok imrenirmiş ki, bir gün bunu karahindibaya da söylemiş. “Dostum karahindiba, uzun sohbetlerimiz hatırına, yapraklarımı sana doğru hışırdatsam da ben de bir tek …

Okumaya Devam Et