28.02.2019

Bazen ölü gibi, bir heykel gibi hareketsizleşirdi. Sanki bu dünyadaki, hayır; bu evrendeki her şeyi izlerdi o zamanlar. Kendisi dahil her şeyi… Kendisini dahi izliyorsa, o zamanlar kim oluyor, nereye, nasıl gidiyordu? İşte en çok merak ettiği şey de buydu. Bu zamanlar bir şeyin nedeni ya da sonucu olmaktan ziyade, rastgeleydi sanki. Ya da çok daha başka bir sebebi vardı bunun, öncesinde yahut sonrasında olan olaylar dışında. Mesela, annesini ya da eşini öpüp “İyi geceler,” dedikten hemen sonra da olabiliyordu, bir kavgadan sonra da. Ya da bir kuyrukta beklerken veya birisine bir sorununu anlattıktan sonra da. Sadece, eğer bu olay …

Okumaya Devam Et

28.01.2019

Ölmüştün; artık geri gelmeyecektin; ama seni görmek istiyordum. Tam boy bir fotoğrafına bakarak ve kendimden bir şeyler de ekleyerek tam boy bir heykelini yapacaktım ve stüdyo dairemin tam ortasına yerleştirecektim. Önce demir ve tellerden bir armatür yapmalıydım. Hurdacıya gittim ve bir sürü demir aldım. Elektrikçiden bir sürü bakır tel… Kaynak makinesi de kiraladım kiralık ekipmanlar bulunduran bir yerden. Demirler kir pas içindeydi. Temizleyip pırıl pırıl parlattım onları. Heykelin içinde olacaktı ve görünmeyecekti ama ben bilecektim kirli olduklarını eğer temizlemezsem de içten içe vicdan azabı duyacaktım. Demirleri birbirlerine kaynatarak, telleri aralara dolayarak; seninle, vücudunla hiç ilgili olmayan, her heykelde bulunacak olan …

Okumaya Devam Et

10.06.2018

Yavru akbaba yuvasından çıkmazsa öleceğini biliyordu. Anne ve babası gelmemişti ve tek başına kalmıştı. Diğerleri ya düşerken ya da açlıktan ölmüştü. Zaten yuvadakilerin leşlerini yiyerek hayatta kalmıştı. Kanatları da uçabilecek olgunluğa gelmişti ölen kardeşleri sayesinde. Öyleyse uçmalı, başka leşler aramalıydı. Leş yiyerek beslenmek zorundaydı yavru akbaba. Kimse onun seçimini sormamıştı ki. Zaten sorsaydı da başka bir tercihi olmazdı. Annesi söylemişti; “Herkes seni leş yediğin için yargılayacak, takma kafanı,” diye. Sesinde ezeli bir bıkkınlık vardı bunu söylerken. Gerçi çoğu zaman öyleydi. Bıkkın olmadığı zaman da öfkeli olurdu annesi. Muhtemelen her adımında, yediği her leşte yargılanmasıydı öfkesinin sebebi. Diğerlerinin yargılaması önemli değildi. …

Okumaya Devam Et

17.03.2018

Rahatsız, katlanabilir bir sandalyeye oturmuş konuşmacıyı tüm dikkatiyle dinliyordu. Temiz olsa da pecmurde kıyafetleri, onlardan çok daha eskimiş botlarıyla oradaki diğer insanların dikkatini çekecek kadar farklı görünüyordu. Vücudu da en az kıyafetleri kadar yıpranmıştı. Doğa şartlarında kavrulmuştu teni. Orada bulunanların çoğunun teni solgundu. Yanına oturduğu kadın gözlerini konuşmacıdan çok ona dikmişti ama o bu ilgiden habersizdi. Konuşmacı en çok onunla göz teması kuruyordu çünkü onu en dikkatli dinleyen kişi oydu. Nasıl dinlemesindi ki? Bu kadın, hayal gücüyle etkileşime geçebilen tek maddenin kaşifiydi ve bu maddenin nereden temin edilip nasıl kullanılacağından bahsediyordu onu dinleyenlere. Bu kadını böyle şevkle dinleyen bu zat …

Okumaya Devam Et

18.02.2018

Mezar kazıyordum. Evet… Bir mezar soyguncusuydum ben. Aslında soyguncusuyum… Kazıyor ve içlerinden çalıyorum… Hala yapmaktayım bunu ve yakalanana kadar yapmaya devam edeceğim. İğrenç bir şey yaptığımı, bunun için beni ihbar etmeyi düşünüyorsunuz değil mi? Ama size bunun için belirleyici bir bilgi vermeyeceğim ki. Size Adımı, cinsiyetimi, yaşımı falan söyleyeceğimi sanıyorsanız… Sadece mezarlardan ne yürüttüğümü söyleyeceğim… Ve bunu neden yaptığımı… Gerçi bunu anlayabileceğinizi hiç sanmıyorum ama belki içinizden biri… Mezarlardan saçları çalıyorum. Kesiyorum ve bir çuvala koyuyorum onları. Renklerine göre bile ayırmadan. Sonra, onları ‘saça’ yapıyorum. Yani keçenin keçi kıllarından değil de; saç tellerinden olanı. Gerçi onun saça olduğunu bir tek …

Okumaya Devam Et