07.03.2020

Zengindim. İstediğim her şeyi alabilirdim paramla. Yatırımlarım boldu. Bir iş de yapmıyordum. Sadece takılıyordum. Dünyayı gezmiyor, şiir yazmıyor, kitap okumuyor, spor yapmıyor, yüzmüyordum. Birisini sevip sevmediğimi bile bilmiyordum. Sevgi benim için hayatımdaki bir sürü muammadan biriydi. Aslında muamma bile değildi. Umursamayıp ‘muamma’ deyip geçiyordum her şeye… Ne yaptığımı bilmiyordum. Sabah kalkıyordum, bir şekilde akşam oluyordu ve tekrar sabah kalkıyordum. Uzun zamandır saatim yoktu. Yakın zamanda bir arkadaşım altın bir kurmalı saat almıştı; ama kurmayı çoğunlukla unuttuğum için güvenilir değildi kolumdaki zaman. O saati bana kimin aldığını bile hatırlamıyordum. Babamdan kalma paramın suyunu çekeceği, benim kendime geleceğim, hayatın anlamını falan arayacağım …

Okumaya Devam Et

25.11.2018

Bunun üzerine, tekrar ailemin yanına döndüm. Belki kendim gibi düşünenleri bulabilirdim orada. Ailemin bulunduğu çevreye pek az girdiğimden; onların tersine içinde bulundukları durumdan sıkılan, bu durumu değiştirmek isteyen birileri vardı belki de. Birkaç genç… Sadece birkaç genç bulabilmiştim. Onlar benim yaptığım gibi gerçek dünyaya atılmamış, yüzünün bir tarafını yakmak gibi radikal bir saçmalıkta bulunmamıştı. Onlar ellerinin nasırlarıyla övünmekle yetinmişlerdi. Aslına bakarsanız, ‘yetinmek’ sözcüğü pek bir ukalaca kalıyor. Onlar benim yapmak istediğimi, ortam değiştirmeden yapabilmiş, hatta kendilerini altınlara kabul ettirebilmişlerdi. Oysa ben… Artık kaslanmışlardı. Yüksek ısı olmadan sertleşmenin bir yolunu bulmuşlardı. Aralarına katılıp ellerimin nasırlanması, güçlenmek ve sertleşmek için çalışmaya başlamıştım. …

Okumaya Devam Et

24.11.2018

Neden altın sevilir? Az olduğu için mi? Parladığı için mi? Oysa yumuşaktır saf altın. Hiçbir şey yapamazsın. Sadece süs/şatafat için kullanırsın. İşte altın gibi insanlar da vardır… Azdırlar. Eğer çok olsalardı… Dünya bile dönmezdi herhalde… Körle yatan şaşı kalkardı, üzüm üzüme baka baka kararırdı… Dünya, bu altın insanlara baka baka tembelleşirdi… Evet, azdır bu insanlar; ama hep onlar görünür. Parlaklıklarından mı? Ben de öyleydim. Bir altın cevherinden çıkmış, somlaştırılmıştım. Asil bir soyumuz vardı. Hiç iş yapmazdık… Eee, hizmetçilerimiz ne güne duruyordu ki. Utanmadan; onlara “Yardımcı” derdik. Birisinin yardımcı olması için senin bir şey yapman ve onun yardım etmesi gerekmez mi? …

Okumaya Devam Et

21.04.2018

Yürüyen, yemek yiyen, konuşan, kavga eden, küsen, barışan, gülen, ağlayan… bir hazineydim ben. Hayır… Şu kişisel gelişim teranelerinden bahsetmeyeceğim, ben gerçekten bir hazineydim. Şu masallardaki altın yumurtlayan tavuk gibiydim. Tek farkla ki; ben yumurtlamak yerine ağlıyordum. Bir fark daha vardı; ağladığımda hüznümün büyüklüğüne göre gözyaşlarımın türü değişiyordu. Bazen demir bile dökülüyordu gözlerimden mesela. Her nasıl oluyorsa, gözlerimden dökülen taş ve madenler yüzünden vücuduma herhangi bir şekilde bir zarar gelmiyordu. Gözlerimden çıkanları laboratuvarda test ettirdiğimde o maddelerin en saf hali oldukları anlaşılmıştı hem de. Hayatım çok tuhaftı. Durumumu bilen insanlar sadece bu özelliğimden ötürü benimle ilgileniyorlardı ve bu beni üzdüğünden gözlerimden …

Okumaya Devam Et

02.03.2018

Ellerimi açtım ve içlerindeki kum tanelerini diğer katrilyonlarcasının yanına bıraktım. Bir çöldeydim ve ellerimdeki iki avuç kum, kumsaldaki diğer kumlara benzese de aslında oldukça farklı bir yapıdaydı. Göle yoğurt çalmıştım; ama bu maya kolay kolay yenilecek yapıda değildi. Yani bu göl gerçekten yoğurt olacaktı tabiri caizse. Avuçlarımdaki kum, biyolojik altın mayasıydı. Yani altın olmayan ama her bir kum tanesinin herbir atom numarasını değiştirmeye ayarlı, biyolojik bir yapı… Diğer mayalar gibi gaz yerine küçük çapta, zararsız diyebileceğimiz bir tür enerji açığa çıkartmaktaydı; ancak biyolojik varlıkların pek zarar görmeyeceği türden bir enerjiydi bu. Aslında zarar görmek derken, radyoaktif diyebileceğimiz bir enerji değildi …

Okumaya Devam Et

11.11.2017

Kalabalık bir caddeyle hep tenha kalan çıkmaz bir sokağın kesişiminde açardı tezgahını. Kırk yıldır haddi hesabı olmayan değişiklikler olmasına rağmen hiç değişmemişti o çıkmaz sokak. O da kırk yıldır bir gün bile orayı boş bırakmamıştı. Hiçbir zabıta da ona ilişmemişti kırk yıl boyunca. O çıkmaz sokağa hep kazara girerdi insanlar. Onu gördüklerinde yanlış yola saptıklarına şükrederlerdi. Onun sattığı şeyi hiç kimse satmazdı çünkü. Deliksiz bir boru satardı. Ahşap bir boru. Hiçbir müzik aletine benzemezdi bu boru. İki ucunda da iki ayrı metal vardı. Bir ucunda altın, diğerinde gümüş…Mutlu olduğunuzda altın uca, hüzünlendiğinizde de gümüş uca üflediğinizde size ait olan şarkıyı …

Okumaya Devam Et