07.03.2020

Zengindim. İstediğim her şeyi alabilirdim paramla. Yatırımlarım boldu. Bir iş de yapmıyordum. Sadece takılıyordum. Dünyayı gezmiyor, şiir yazmıyor, kitap okumuyor, spor yapmıyor, yüzmüyordum. Birisini sevip sevmediğimi bile bilmiyordum. Sevgi benim için hayatımdaki bir sürü muammadan biriydi. Aslında muamma bile değildi. Umursamayıp ‘muamma’ deyip geçiyordum her şeye… Ne yaptığımı bilmiyordum. Sabah kalkıyordum, bir şekilde akşam oluyordu ve tekrar sabah kalkıyordum. Uzun zamandır saatim yoktu. Yakın zamanda bir arkadaşım altın bir kurmalı saat almıştı; ama kurmayı çoğunlukla unuttuğum için güvenilir değildi kolumdaki zaman. O saati bana kimin aldığını bile hatırlamıyordum. Babamdan kalma paramın suyunu çekeceği, benim kendime geleceğim, hayatın anlamını falan arayacağım …

Okumaya Devam Et

26.04.2019

Oturup düşündüm. Olmaz a, olur da bir intihar mektubu yazsam ne yazardım? Nasıl başlardım? Suçlar mıydım insanları; yoksa sorumluluğunu mu alırdım her şeyin? Sevgiden, vefadan, nankörlükten bahsedip; geride kalanların suçluluk duyacağını düşünerek içimin yağlarını mı eritmek isterdim; yoksa… Hayatın boşluğunu simgelercesine bomboş bir kağıda imza mı atardım? Aslında, bunların hiçbirini yapmazdım… İntihar mektubuma, kendimi resmeder, aslında neden resmedeyim ki, bir kağıda bir fotoğrafımı yapıştırır ve aynı fotoğrafı parçalayarak yapıştırırdım ilk fotoğrafın altına. Gerçekler bazen olduğu gibi, süslenmeden; bir bahane göstermeden; öylece anlatılmalı değil mi? Benim intihar edişim, cesedimin görüntüsü, kokusu, sinekler, mezar, insanların gözyaşları, hüzün… gerçeğin ta kendisi olsa da …

Okumaya Devam Et

05.03.2019

Bu yazı, Bursa Malcılar Lisesi’nin, sokak hayvanlarına yemek sağlamak amacıyla yürüttükleri “Katık” projesinin dergisinde yayınlanmak amacıyla yazılmıştır. İnstagram: https://www.instagram.com/p/Bug7z1Uns6l/?utm_source=ig_share_sheet&igshid=occxj3ye7zs3 İrili ufaklı kayaların ve yıllanmış ağaçların arasından koşuyordu rüyalarında. Sürüsüyle… Alfa erkek oydu. Önde koşuyor, ilk yemeği o yiyordu. Ahhh! Yiyemiyordu ki… Bir hayvandan döktükleri ilk kanda uyanırdı o güzel rüyadan ve başlardı karnı guruldamaya. Daha onu yiyemeden uyanırdı. Yıllanmış bir ağaç görmemişti rüyalarının dışında. Yamru yumru birkaç ağaçtan başka, sadece gökdelenler görebilmişti kısa hayatında. Bir sürüsü olmamıştı. Sadece aç birkaç köpek vardı. Bağlasa bağlasa açlık bağlardı onları birbirlerine. Yemek az olduğundan o bile bağlayamıyor, yemeği kapan doyuyordu. Birlik olmak anlamsızdı; …

Okumaya Devam Et

20.11.2018

Birinin haberi olmadan onu sevmek… Tuhaf, olmaması gereken bir şey yapmak gibi. Sanki arkasından konuşmak, sanki gizlice telefonlarını dinlemek, sanki… Ne bileyim işte, hakkına girmek gibi bir şey… Habersiz sevmek, iftirayla bir sanki. Yapmadığı bir şeyi yapmış olduğunu söylemektir ya iftira etmek… İşte habersiz sevmek de … sanki öyle bir şey. Yapmadığı bir şey için sevmek birisini. Olmadığı bir kişiymiş gibi yaparak… Ah William… Dediğin ne kadar doğru. Hoşumuza giden bedenlere hayal ettiğimiz ruhlar giydirmektir habersiz sevmek. O bedenin ruhunu hiçe sayarak belki de. Anlamaya bile çalışmayarak… Tabii çalışmayarak; çünkü sen sevginden bahsetmemişsen, aslında ona hiç yaklaşmamış, onu hiç anlamaya …

Okumaya Devam Et

01.11.2018

Onu sevmediğimi biliyor ama ondan vazgeçemiyordum. Peki neydi hissettiğim? Onu da bilmiyordum. Bazen sevmediğini bilmek yetmiyordu demek ki. Bazen sevmeyişinin bile üzerine gitmek gerekiyordu. Tamam da ne yapabilirdim ki? Konuşmaya başladım. İpe sapa gelmeyen konular açıyor, onu lafa tutuyordum. Sırf sesini dinlemek, sözlerini işitebilmek; mantığını, bakış açısını anlayabilmek için. Ya daha çok sevebilmek; ya da; “Bunu mu sevmişim ben,” diyebilmek için. Peki ne fark etmişti? Hiçbir şey…Ben hâlâ onu sevmediğimi düşünüyor, hâlâ aklımdan çıkaramıyordum. Bir tek şey değişmişti, onu daha fazla anladığımı hissediyordum. Bundan hoşnut ya da hoşnutsuz değildim ama. Onu yargılayamıyordum; çünkü kafam tam çalışmıyordu yanında. Vazgeçemeyişimin nedenini bile …

Okumaya Devam Et

20.09.2018

Çok çalışmıştı. Isınmıştı yine. Üç işi yapabiliyordu. Tabii ki aynı anda değil… Küçük bir odada, bir bilgisayarın yanında dururdu hep. Bir koltuğu yoktu. Sade bir sehpanın üzerindeydi. Hem tarayıcı, hem fotokopi makinesi ve hem de yazıcı olan o makinelerdendi. Genç bir yazar müsveddesinin işlerini görmekteydi. Onun ürettiklerini basmak zorunda kalmak midesini bulandırsa da… Sevgi nedir bilmeyen, egosu şişik birisiydi genç yazar. Kendi yazdıklarını bile sevemeyen; kendisini sevemeyen… Kendi adını Yoksun koyan makine, üretmekten, kendi yazdıklarını kağıtlara basmaktan acizdi ve üretme yoksunu olduğundan koymuştu bu adı kendisine. Ürettiği tek şey adıydı ve bundan gurur duymaktan bıkalı tam altı yıl olmuştu. Artık …

Okumaya Devam Et

08.09.2018

Yetimhanede büyümüş bir insanın sevgiye hasret oluşundan söz ederler hep. Kimin değil ki? Kim değil ki? Ben yetimhanede büyümüş değilim ama insanların sevgiye hasret oluşundan ve buna bizzat kendileri neden oluşundan son derece mustaribim. Saçma sapan kuruntular, arkalarına gizlendikleri; salt bahaneden oluşan kurallar, ki kurallara karşı çıkmaktan asla söz etmiyorum şu anda, sadece kuralları bahane olarak kullanmaktan söz ediyorum… Ve daha bir sürü şey, bir sürü şey… En büyük edebiyatçılar bile bunu yapmışlar. Hem de sanatlarına malzeme yapmışlar sevgiye olan özlemlerini. Yani önce bu sonucu hazırlayıp; sonra da bundan yararlanmışlar. Kötü mü olmuş? Yoo, sadece özlemimiz, sanatçı noterler tarafından tasdiklenmiş …

Okumaya Devam Et

24.05.2018

Çok güzel gülüyordu ve bu, gülüşünün her hecesi, yüreğimi hoplatıyordu. Sanki her defasında çok yüksek bir yerde bungee jumping yapıyordum. Tek farkla ki, bunu yaparken midem bulanmıyordu. Sadece sarsılıyordu. İyi bir şekilde… Ha bir de kalbime bir gülün dikeninin batması gibi bir acı saplanıyordu. Bungee jumping yapan birisi bu tür bir şey hissetmezdi. Onu seviyordum. Ona aşıktım! Üstelik çok iyi iki dosttuk. Anladığım kadarıyla o da beni seviyordu ve… bana aşıktı… Bunu birbirimize söylememiştik. ne gerek vardı ki? İkimiz de gerçeği biliyorduk. Yıllar geçmişti. İki çocuğumuz büyümüş, küçük kızımızın bir oğlu olmuştu. Yani torunumuz… Biz bir kere bile birbirimizi sevdiğimizi …

Okumaya Devam Et

13.05.2018

Ateşin başında otururken; düşünceleri kıvılcımlar gibi dağınık ve gelgeçti. Bir yerden başlarken başka bir yerde başka biri başlıyor, birbirlerine karışarak bir oluyorlardı. Daha onlar birleşmeden; başka bir taraftan bir başkası baş veriyordu. Bu da bir kütükmüşçesine zihnini tüketiyordu. Düşüncelerini inip kalkan kaşlarından, açılıp kapanan gözlerinden ve buruşan yüzünden okuyabilir; kah ağzından verip; burnundan aldığı, kah burnundan verip ağzından aldığı, kesik kesik nefeslerinden dinleyebilirdiniz. Antik toplumlarda olduğu gibi, onun da ocağı hiçbir surette sönmezdi. Yaktığı ateşte asla kömür kullanmazdı. Çabucacık sönse de hep reçineli ağaç kullanmayı tercih ederdi. Konu ateşe geldi mi; bir Mecusiden daha çok severdi ateşi. Ne var ki, …

Okumaya Devam Et