Hafifçe kıpırdandım. Şıngırdadım. Hakkını vermek gerekir, zincir şıngırtısı kulağa epey güzel gelir. Tam otuz beş yıldır devamlı, her kıpırdanışımda işitsem bile. Doğduktan sadece bir gün sonra belirmiş bu zincirler vücudumda. Kulaklarımda bile var. Saç tellerimde bile… Tam boğazımda, ses tellerimin olduğu yerde ucu var, bir yerden sonra görünmezleşen… Ya da kaybolup giden… Ne olduğunu bilmiyorum. Kimse bilmiyor. Ben büyüdükçe ya da ne bileyim, kilo falan aldıkça bana uyum sağlıyor bu zincirler. Ve her hareketimde şıngırdıyorlar… İnsanlar benim tuhaf, çok tuhaf biri olduğumu, bu zincirlerin kendi belirlediğim bir tür aksesuar olduklarını zannediyorlar. Anlattığımda inanmıyorlar. Nasıl inansınlar? Yakınımda olup her şeye tanık …
Etiket: #ses
05.11.2023
Yirmi iki yaşımı kutladığım günün, masallara layık bir doğum günü kutlaması olacağını şüphesiz tahmin edemezdim. Bir kafe, yapılmak üzere olan sürprizi bilmiyormuş gibi davranmak zorunda bırakılmış şahsım ve bir sürü insan… İnsanların bir kısmı arkadaşım, kafede oturan, konuyla ilgisiz diğerleri. Ve elbette kafe çalışanları, namı diğer garsonlar, aşçı ya da aşçılar… Pastayı getiren, ses sistemini saçma sapan doğum günü şarkısını çalması için ayarlayan garsonlardı ne de olsa. Onlara da lanet etmeyi unutmamak gerekir değil mi? Ben epey ikna edici bir şaşkınlık çığlığı koyuverip mumları hiçbir dilek dilemeden üflerken; son derece sıradan, beyaz yakalı bir tipe benzeyen adamın biri yanıma geldi, …
28.06.2023
Kırk iki yaşındayım ama garsonum. Hem de on bir yıldır yapıyorum bu işi. Sevdiğimden falan değil, sadece en az nefret ettiğim için. Pek fazla düşünmeyi gerektiren bir iş değil ne de olsa. Sipariş al, sonra siparişleri mutfağa aktar, sonra da yapılanları sahiplerine taşı. İnsanlara nazik davran, söylediklerini kişiselleştirme gitsin. En kolayı da o vallahi. Oysa bizim garson arkadaşların en çok zorlandıkları şeydir. Onun için benim kadar uzun yıllar boyunca garson kalana rastlamıyorum pek. Gerçi çok sık yer değiştiriyorum. Öylesine ama… kendi isteğimle. O gün hayatımda ilk defa bir şeyi kişiselleştiresim tutmuştu. O kadar bağırtı çağırtı işittikten sonra, öyle iltifatlara maruz …
16.07.2020
Şekerin paketini sıyırırken çıkarttığı sesten rahatsız olmuştu; ama yapacak bir şey yoktu. Aslında daha çok canı istemişti ama ondan şeker isteyemezdi. Hem birbirlerini tanımıyorlardı hem de bir şey istemekten yapabildiğince kaçınırdı. Ona öyle öğretmişti babası. En çok verdiği öğüttü “Kimseden bir şey isteme.” Ama canı istiyordu işte. Ve görüyordu. Koskoca bir paket dolusu şeker vardı onda. Ve yiyor, yiyor, yiyordu. Karşısında durmasına rağmen bir tek şeker ikram etmemişti. Ona da babası; “kimseye bir şey verme,” mi demişti?
14.06.2020
Yağmur yağıyordu. Dışarda tek başına yürüyordu. Çok bildik bir sahneyi yaşamaktaydı. Filmlerde ve kitaplarda yaşanıp duran bir sahneydi bu. Gözyaşları yağmura karışmaktaydı. Neden ağladığı ise kendisi için dahi bir muamma idi. Polar hırkası sırılsıklamdı. Yağmuru açlıkla emmiş olmasına rağmen ıslaklık ona ulaşmamış, hırka daha doymamıştı. Nedenini bilmese de ağladıkça rahatlıyor, adeta içinden bir şeyler uzaklaşıyordu. O kadar çok ağlamıştı ki, birkaç damla gözyaşı yere düşmüştü. Belki de bir böceğin üstüne inmiş, böcek ise onu düşen on binlerce damladan biri zannetmişti. Bir yerlerde okuduğu gözyaşı şişelerinden bir tane olsaydı keşke yanında. Nadir olan gözyaşlarını biriktirebilmek için… Acaba hayatındaki gözyaşlarını toplasa bir …