21.12.2019

Ertesi gün hiç tanımadığı bir yere gidecekti. Eve girerken ayakkabılarını çıkartması gerekecekti doğal olarak. Yine aynı şey… Herkes çoraplarını görecekti. Rahatlıkla bir yere gidip çorap alabilirdi; ama o çoraplardan başkasını giymeyi tercih etmiyordu. Alışmıştı onlara. Genelde çoraplarını başka birileri görmesi gerekmiyordu; ama bu kez biraz tuhaf bir şey olacaktı. Daha önce birkaç kere olduğu gibi. Çorapları organikti. Onları kendi yapmıştı. Dışarıdan, yüzlerce ince yılanın ya da solucanın ayaklarını sarıp birbirleriyle kaynaşmış olduğu bir görüntü sergiliyorlardı. Bu da insanlara dehşetengiz geliyordu. Oysa o biyolojik dengeleyici bir çorap tasarlamıştı. Yılan ya da solucan değildi onlar. Sadece o tür şeylere benzeyip ayaklarının sinirlerine …

Okumaya Devam Et

21.01.2019

“Çok düşünme!” “Yeter artık, bu kadar ciddiye alma, düşünme artık.” “Çok düşünüyorsun…” Hep böyle demişti insanlar bana. Belki de beni küçümsemişlerdi. Hem de düşündüğüm için. Öyle sakin, az konuşan bir insan değildim, en mantık timsallerinden. Yok, ben normaldim. Yani düşünüyor gibi yapmadan düşünenlerinden… İnsanlar düşündüğümü yakaladıklarında, biraz dalmam ve biraz anlamlı konuşmam en büyük belirtiydi, hemen yapıştırıverirlerdi o nefret ettiğim emir kipli, sadece yüklemden oluşan, gizli özneyi unutmayalım, cümleyi. “Düşünme!” Nedenini anlamıyordum. Çocukken düşünmemizi öğütleyen insanlar, biraz düşünmeye başladığımızda hemen tersini söylemeye neden yeltenirlerdi? Neden düşünmeyen insan makbul sayılırdı? Bir şeyi anında yapan, hiç düşünmeden; akıcı bir şekilde konuştuğunu sanan, …

Okumaya Devam Et

20.01.2019

Eski bir çantası vardı. Onu sırtında çantası olmadan hiç görmemiştim. Gövdesi deve derisinden yapılmış bir çantaydı. Yani kapkalın, semsertti. Adeta şu plastik bavullara benziyordu. Oval bir şekli olması görünümünü ilginçleştiriyordu. Ayrıca tek gözlüydü ve kapağı, bir kontrast yaratmak istercesine kuzu derisinden yapılmaydı. İşte bu çantada ne olduğunu hep merak etmiştim; çünkü onu çantasının içinden bir şey çıkarttığını ya da çantaya bir şey koyduğunu görmemiştim. Soramamıştım da bir türlü. Ayıp olacağından, haddimi aştığımı düşeceğinden… Çünkü, biraz… korkutucu bir şekilde mesafeli biriydi. Gerçi, normal hali iyiydi de; bazen… ondan korkardınız ve araya koyduğu o garip mesafenin, o kurşun perdenin ardında büzüşüverirdiniz. Ama …

Okumaya Devam Et

08.11.2018

Çok sevdiğim bir dostumun hediyesiydi Pulsuz. Elime hemen alışmıştı. Hem de aldığım ilk yarım saat içinde. Sevmiştik birbirimizi ama adı Pulsuz’du işte. Olmayan bir şeyinden dolayı konmuştu. Hem de benim tarafımdan… Doğuştan pulsuz olarak doğan bir yılandı. Öyleydi; ama derisi yumuşacıktı. Neden Yumuş koymamıştım? Süeti andırıyordu teni. Niye Süet falan dememiştim? Korktuğunda tostoparlak olurdu ve benim dışımdaki şeylerden pek korkardı. Neden Topik diye sevmemiştim onu? Yumuşacık bir şekilde tıslardı. Sanki sakinleştirir gibi. “Geçer ya, biraz otur ve olanları düşün, anlayacaksın aslında o kadar da büyütülmeye değmediğini,” der gibi… Ölü fareyi bile incitmemeye çalışırcasına yerdi. Gözlerindeki ışıltı bile yumuşaktı. Korkmazdı ki …

Okumaya Devam Et

04.11.2018

Ellerimden bir tanesini istedi tutmak için. Verdim, tuttu ve unuttu. Bense hatırladım onun unuttuğunu. Sonra bıraktı elimi. Ardından bir başkası tutup unuttu. Ben yine hatırladım… Bir de baktım ki, herkes elimi tutuyor. Onlar ellerimi tuttukça ben hatırlıyorum, onlar unutuyor. Sonra bir köpek patisini, milyonlarca tür bakteri kendilerini veriyor ellerime unutmak için. Onlar da unutuyor… Kedi, örümcek, timsah, yılan… Her şey, her şey… Her şey… Yıldızlar ışınlarını bıraktılar ellerime. Kara delikler çekmeyi unuttular elime geldiklerinde. Çare yoktu, ben de ellerimi birbirine kavuşturdum.

Okumaya Devam Et

28.03.2018

Bir sabah, o sabah, asla tahmin dahi edilemeyecek bir acıyla uyandım. Öyle bir acıydı ki, iki omzumdan başlıyor, sonra tüm vücuduma dağılıyordu ama asla toplanmıyordu. İki ayrı acıydı ve bu iki ayrı acı beni mahvediyordu. Ve bir türlü sona ermiyorlardı. Omuzlarıma bakmak, bana saatler gibi gelen bir süre sonra aklıma gelmişti. Gövdemle kaynaşmış iki yılan görmek… Dumura uğrayacak halim olabilseydi yapardım bunu. Böyle bir lüksüm dahi yoktu. Ne düşüneceğimi bilmeden ne kadar yattım orada bilmiyorum. Sonra Firdevsi’nin yazdığı bir hikaye geldi aklıma. Dehhak… Onun da; şeytanın, kandırdıktan sonra omuzlarını öpmesi suretiyle iki yılan belirmişti omuzlarında. Dehhak hükümdar olduğundan her gün …

Okumaya Devam Et

26.01.2018

Her gece rüyamda bu pazara gidiyordum. Tuhaf yaratıkların bir şeyler alıp sattığı, tuhaf şeylerin alınıp satıldığı bu pazara… Şu ana kadar hiçbir şey satın almamıştım. Korkuyordum. O kadar tuhaf şeyler vardı ki… Tekinsizdi çoğu. Alıp kullandıktan sonra başıma geleceklerden ürküyordum. Bu pazarda para geçmiyordu. Almadan önce satıcı bir bedel söylüyordu, ödeyebilirsen alıyordun. Bu kadar basitti. Neler yoktu ki! Kehribarın içine hapsedilmiş renkli bir kuş tüyü hatırlıyordum rüyalarımdan. Tüm güzel sesli kuşları yanına çağırıp en güzel performanslarını dinlemeni sağlayan. Gördüklerimin en zararsızlarından. Bedeli de bir ay boyunca konuşamamak olan. Sonsuza kadar çalışan bir şey için bir ay, oldukça makuldü. Sivilcelerini sonsuza …

Okumaya Devam Et

02.11.2017

Elinde bir yürüyüş değneği, dağın yamacından zirveye doğru ilerlemekteydi. Sırtında eski bir heybeden gayrı bir şeyi yoktu. Zirveye de bir arkadaşının bir isteğini yerine getirmek için çıkıyordu. İşaretli bir yeri kazarak bakır bir küpü çıkarmak için…Bu tür şeyler de hep bakır olurdu nedense. Küpün içinde ne olduğunu bilmiyordu. Ne yalan söylemeli, çok merak ediyordu. Arkadaşı da açmamasını falan söylememişti ama zaten açmayacağına kendince emin olduğu için gerek duymamıştı muhtemelen. İşaret de oldukça belirli bir şeydi bereket. Üç-dört metrelik granit bir sütun…Zirveye vardığında heybeden kazma-kürek çıkarıp başladı kazmaya. Kazdı, kazdı, kazdı… Bir türlü o çarpma sesini duyamamıştı. Yorulmaya başlamıştı. Hava çok …

Okumaya Devam Et