23.10.2019

“Huzuru düşünürsünüz. Onu ne zaman, nasıl tadacağınızı… Aklınızdan ölümü geçirirsiniz. Ancak öldüğünüzde huzura kavuşacaksınızdır. Bu, büyük bir safsatadır, birçok kişinin devasa bir mutlulukla inandığı. Huzurla mutluluğun arasındaki farkı sorar mısınız kendinize? Bunu bilemem; ama mutluluk ve huzur arasında bir fark olmak zorunda değildir. Birbirlerine yakın bile değillerdir çünkü. Mutluluk mutluluktur, huzur huzur. Kendilerine has tanımları vardır ve birbirleri karşısında tercih edilmelerine gerek yoktur. Bir insanın ikisine de ihtiyacı vardır.” Bunları bir kalabalık karşısında söyleyen, on üç-on dört yaşlarında bir kız çocuğuydu. Semtin meydanında, küçük bir çiçek tartının kenarındaki betonun üzerinde dimdik duruyor, konuşuyordu. Elinde bir megafon vardı ama megafonlarda olan …

Okumaya Devam Et

11.06.2018

Papatyaların kokusunu aldığında hissedeceğiniz o bahar müjdesi gibiydi. Hem de o dört mevsim böyleydi. Sesini duyduğunuzda ipek mendile sarılmış bir fener gelirdi gözünüze adeta. Işıl ışıldı. Gülümsemesi hafifçecik gül kokar, papatya kokusuna eşlik eder, onu daha bir belirginleştirirdi. Papatya çayı kadar sakinleştirirdi onunla konuştuğunuzda. Bir papatya kadar kışa dayanıksızdı ama. Evet, dört mevsim papatyaydı; fakat hüzne, evhama gelemezdi. Bir bir kopardı yaprakları. Bu demek değildi ki en ufak bir sıkıntıda su koyuveriyor. Sıkıntıların kendince, yavaş yavaş üstesinden gelmeye çalışırdı. çoğu zaman gelirdi de. Zaten onun için dört mevsim papatyaydı. o bir papatyaydı, bense bir dolu tanesi… Sanıyorum ki onun için …

Okumaya Devam Et

24.05.2018

Çok güzel gülüyordu ve bu, gülüşünün her hecesi, yüreğimi hoplatıyordu. Sanki her defasında çok yüksek bir yerde bungee jumping yapıyordum. Tek farkla ki, bunu yaparken midem bulanmıyordu. Sadece sarsılıyordu. İyi bir şekilde… Ha bir de kalbime bir gülün dikeninin batması gibi bir acı saplanıyordu. Bungee jumping yapan birisi bu tür bir şey hissetmezdi. Onu seviyordum. Ona aşıktım! Üstelik çok iyi iki dosttuk. Anladığım kadarıyla o da beni seviyordu ve… bana aşıktı… Bunu birbirimize söylememiştik. ne gerek vardı ki? İkimiz de gerçeği biliyorduk. Yıllar geçmişti. İki çocuğumuz büyümüş, küçük kızımızın bir oğlu olmuştu. Yani torunumuz… Biz bir kere bile birbirimizi sevdiğimizi …

Okumaya Devam Et

05.05.2018

“Ne istiyorsan onu yap…” Bu cümle hayat felsefesiydi. Bu cümleyi hayat felsefesi olarak benimseyen birisinin, ; her şeyi çözdüğünü düşünen, rahat bir insan olduğunu düşünebilirdiniz. Oysa durum tam tersiydi; çünkü o ne istediğini bilmenin, istediğini yapmaktan çok çok daha zor olduğunu idrak edebilmişti. Ne istediğini bilmek uzun bir süreç gerektiriyordu ve aslında felsefesinin sıkıntısının çözümü de felsefenin kendisindeydi. Ne istiyorsa onu yaparak ne istediğini bilecekti. Hıdrellez günleri onu her daim düşündürürdü. Diğer hiçbir önemli günü, zerre kadar önemsemezdi zihninde. Elbette topluma dahil olabilmek için önemsiyormuş gibi yaptığı olmuştu ama gerçekte Hıdrellez gününden başka hiçbir önemli olduğu öne sürülen gün dikkatini …

Okumaya Devam Et

11.03.2018

Anlayamıyordum! Bir türlü anlayamıyordum! Nasıl oluyordu da her sabah tam yatağımın üstünde bir adet, istisnasız hepsi mis gibi kokan gül olduğu halde uyanıyordum? Kapı kilitliydi. Hatta olayın gerçekleştiği ilk günden sonra sürgülemiştim. Camlar da sürgülüydü. Zaten demir parmaklık vardı hepsinin önünde. Parmaklıkları da kontrol etmiştim, hepsi sağlamdı. Balkonun kapısını da kilitliyordum. Zaten üstü kapanabiliyordu balkonun ve yatmadan önce kapatıyordum. Bildiğim kadarıyla bir çilingir kapıya zarar vermeden açamazdı. Üstelik kapı sürgülüyken hiç açamazdı… Peki nasıl? Nasıl oluyordu da her sabah bir tek gülle uyanıyordum? Her defasında bambaşka bir renkte oluyordu gül. Belli bir sırayı da izlemiyordu renk değişimi. Bazen üst üste …

Okumaya Devam Et

17.01.2018

Güllerin içinden en güzel kokanını bulmalıydım. Sonra onu alıp ona götürecektim. Belki fark ederdi. Belki bir şey ifade ederdi. Bir ölü göremezdi ama koklayabilirdi ruhu belki. Belki… İşte bulmuştum! Bembeyaz bir güldü. Limon gibi kokuyordu. Biraz da şeftali, biraz da kavun… Sonra onu mezara, mezarına götürüp mezar taşının altına, ezilmeyecek bir şekilde yerleştirdim. Bir kıpırtı bekliyordum. Apansız esen bir rüzgar belki… Belki güneş ışınlarından oluşan, apansızca başımın üzerine yerleşen bir hale… Ya da bir ses, deniz kabuğuna kulağını dayadığında çıkan… Bir şey olmasını bekliyordum işte. Her şey olabilirdi. Belki bir yıldırım olurdu. Tam üzerime düşer, yakıp kavururdu. Sonra belki bir …

Okumaya Devam Et