19.03.2020

Tutkusu olan insanları severim. Tutkusuz insanlar ruhsuz bedenlere benzerken tutkulu insanlar bir kamp ateşi gibidirler. Ruhları olan bedenlerden çok daha fazladırlar. O da öyleydi. Tutkuluydu benim gibi. Yani ondan benden daha tutkulu olduğunu düşündüğüm için hoşlanmamıştım. Tutkusuyla tutkum birbirlerine benzediği için hoşlanmıştım. Daha büyük bir kamp ateşi olabilmek için birleşmek istemiştim onunla. Yaşamayı bildiği, onu benim yaptığım gibi icra ettiği için sevmiştim onu. Tutkumu söndürmeye çalışmadığı için rahat etmiştim yanında. Değiştirmek istemeyeceğim biri olduğu için… Onunla birlikteyken tutkusuz insanlarla alay etmek istiyordum. Onları ısıtacak kadar yanlarında olmak, belki içlerindeki kıvılcımı büyütmek, belki de bedenlerini tekrar doğsunlar diye alaylarımızla yakmak için… …

Okumaya Devam Et

04.01.2020

“Bu karanfilli sigarayı nereden buldunuz?? Bunu hiç görmemiştim. Tütün de kokmuyor bu sanki.” “Tabii tütün kokmayacak! Bu sigara tütünsüz. Yandıktan sonra yararlı olan tek şey var bu sigarada. Oksijenin sevip kayırdığı tek şey… Ama önce… Ateş alabilir miyim evladım? Çakmağımı unutmuşum da…” “Tabii teyzeciğim, buyurun, ben yakayım.” “Yak evladım yak, yakarken içine çekmeyi unutma! Gör bak, sen de tazeleneceksin.” “Gerçekten de öyle…” “İşte bu sigara sayesinde tam iki yüz yıl yaşadım ben. Tıpkı bir karga gibi… Evet, karganın tersine ağardım; ama yaşadım. Gerçi aslında kargalar iki yüz yıl yaşamazlar ya, herkes öyle bilir nedense. Ben de alıştım böyle söylemeye.” “Siz …

Okumaya Devam Et

22.12.2019

‘Hayatımızdaki Handikaplar Festivali! Yılın ilk gününde yapılan bu festivale herkes davetlidir. Herkes hayatında aştığı bir engeli, maddi ya da manevi, temsil eden bir nesne getirecek, semt ve şehir meydanlarına bunlar yığılıp önce üzerlerinden atlanıp; sonra da yakılacaktır…’ Yıl iki bin iki yüz seksen yedi idi ve böyle bir festival yapılıyordu ülke genelinde. Tevekkeli değil çağ yuvarlak demişti ünlü bir bilge. İlkel çağlarda yapılan hasat festivallerinden hiçbir farkı yoktu bu festivalin. Sadece Handikap Festivali olmuştu adı. Türkçe bile değildi bu isim. Yine de babasının malı gibi sahiplenmişti halk onu. Tuhaftır, git gide daha az şey yakılır olmuştu. Öyle ki, bir yıl …

Okumaya Devam Et

05.02.2019

Bir fırın eldiveninin içinde tuhaf iki yüzük bulsaydınız ne yapardınız? Yüzükleri takardınız herhalde. O da öyle yapmıştı. Ellerine takmıştı onları. Böyle yaparak ateşe dayanıklı olacağını bilseydi de takardı. Hem de kalıcı olarak… Yüzük ellerine gömülüp kemiğine kaynaştığında ve üzerlerine parmaklarının derisinin kapandığına şahit olduğunda, henüz bunu bilmemekteydi. Yine de acı çekmediği için bunun üzerinde durmayıp halüsinasyon gördüğünü farz etmeyi tercih etti ama gördüğü bu halüsinasyonun etkisiyle fırın eldivenini takmayı unutup elleriyle daha yeni pişmiş bir tavuğu bulunduran metal tepsiyi kavrayıp yanmayınca, tanık olduğu şeyin gerçek olduğunu anlamak zorunda kaldı. İşte bazen anlamak zorunda kalırsınız; ama buna hiç de hazır değilsinizdir. …

Okumaya Devam Et

21.12.2018

Doğuştan kuduzdu. Evet, bu hastalık kimseye bulaşmazdı; ama genetiğinde böyle bir şey vardı. Sık aralıklarla salya üretir, irtifalı yerlerdeymiş gibi oksijen kapmak istercesine soluklar alır, sudan nefret eder, karanlığı sever, en ufak şeye kızar ve incir çekirdeğini doldurmayan şeylerden nem kapıp huysuzluk nöbetleri geçirirdi. Vücut ısısı da pek fazlaydı kendisini bildi bileli. Ayrıca, cinsel iştahı çok küçük yaşta artmış, başını sık sık derde sokmasına neden olmuştu. Sudan hoşlanmamasına rağmen kudurganlığını beslediği, onun kendi doğal ortamında hissetmesini, rahatlamasını sağladığı için alkole bayılırdı. Alkolü mezelere katarak tükettiği bile olurdu. Katı kıvamlı, kaymak gibi haydarinin içine en sertinden bir çay bardağı alkol… O …

Okumaya Devam Et

21.08.2018

Sahilde, kayalıkların arasında ateş başında şarap içerdi her gece. Altmışlarında olmasına karşın, otuz beşinde görünürdü. Soranlara, bunun nedeninin kenevir tohumu ve yağı olduğunu söylerdi. Bir şarapçı değildi. Yaşlı bir serseriydi. Bir evsiz falan değildi ama. Sadece bina içlerini pek sevmez, bazen yatmak için kullanırdı evini. Bir de değerli eşyalarını saklamak için. O çok değerli vaktini geçirmek için değil. Asla değil… Evinin içinde bir odayı kenevirlerine ayırmıştı. Sadece kendisi için… Özel izni vardı ve bu izni rüşvetle almıştı. Kendisinden başka arkadaşı olmadığından ve herhangi birisiyle arkadaş olmak, hatta öylesine yarenlik etmek dahi istemediğinden kimseyle paylaşmamıştı mahsulünü. Kimseye bir avuç tohum ya …

Okumaya Devam Et

06.08.2018

Simyayla uğraşan, genç görünümlü bir kadın tanımıştım. Simyayla uğraştığını dahi; uzun yıllar dostluk ettikten sonra itiraf edebilmiş olsa da bana bir şekilde güvenmeyi başarabilmişti. ‘başarabilmişti,’ diyorum; çünkü bana kalırsa güven tek kişilik bir meseleydi. Daha doğrusu tek kişinin meselesiydi. Yani sen ne yaparsan yap, son tahlilde onun iyimser ya da kötümser bakış açısıyla şekillenecek bir durumdu. Evet… Bu kadın, ateşle sertleşip değerlenen, ilk bakışta sadece vücut ısısıyla şekillenebilen ama o da çok uzun zaman alan bir madde tasarlamıştı. Merdane ya da küçük oyma bıçaklarıyla falan değil de organik, ısısı olan şeylerle şekillendirilebiliyordu ancak. Diğer türlü, tıpkı bir salyangozun tuz döküldüğünde …

Okumaya Devam Et

05.08.2018

Plajlardan, orada bağırıp çağıran insanlardan, kötü yürekli martılar gibi tiz seslerle kahkahalar atanlardan nefret, nefret ediyorum! Kendilerini kuma gömerler ve bağırırlar… Denizde birbirlerine su atarlar ve çığlık çığlığa koşuştururlar… Birbirlerini boğmaya çalışırlar ve bunun için de çığlık atarlar… Gürültü… Yaptıkları her şeye gürültü hakim olur. Başka bir şey bilmezler gürültüden başka. İnsan denizin karşısına geçip sessizlikte, buz gibi sodasını, ya da ne bileyim, limonatasını falan içemez. Bazen hepsini, oradaki tüm insanları kuma gömmek ve güneşin ısı düğmesini çevirmek, öyle ki, ateşin kumları camlaştırmasına izin vermek ve onları camla sessizleştirmek gelir içimden. Ama ne güneşe hükmüm geçer ne de kendi öfkeme… …

Okumaya Devam Et

31.07.2018

Bir noktaydı. Cümle sonlarındaki nokta, noktalığına ilişkin küçük bir yan anlamdı sadece. O her anlamıyla nokta olduğunu hissediyordu. ‘nokta’ sözcüğünün tüm anlamlarını içerdiğini düşünüyordu. Nokta ideasının ta kendisiydi o. Çizgileri oluşturan noktaların hepsi oydu. Öyle hissediyordu. Tüm noktalarla bağlantılı olduğunu, hepsinin kendisi olduğunu… Bir ruhunun olması bile bununla ilgiliydi. Ruh, bir nokta kadar ve noktadan ibaretti. Öyle olmalıydı, o buna inanıyordu. Zaten onun için bir ahiret günü söz konusu olamazdı. Her şey bir nokta kadar ahirdi çünkü. Bu inancı boş inanç gibi görünebilirdi ilk bakışta ama her şeyi oluşturan şey noktalar, yani bir tek nokta olduğuna göre, her şeye aynı …

Okumaya Devam Et