28.03.2019

Çekirdek yemeyi severdi. Kabuklarını yere atmaktan büyük haz duyardı. Tuzsuz, işlem görmemiş, çiğ çekirdekleri, topraklı bir zeminde yemekten hoşlanırdı. Karıncalar ya da kuşlar da faydalansınlar diye. Bazen çekirdek içlerini öylesine atardı. Daha çekirdek kabuklarını açamayan çocuğuna çekirdek biriktiren bir anne misali…

Okumaya Devam Et

03.12.2018

Kumar oynamayı seviyordum. Kartları pek sayılmaz; ama zarlar… Bir sürü zarım vardı. İşlemeli, farklı şekil ve renklerde, bir kısmı, çok iyi kumarbazlarca anlaşılacak kadar hassas bir ayarda hileli… Bir kısmı desek ayıp olur. Sadece bir tanesi… Yani bir çifti. Hileli zarı ben de sevmezdim çünkü. Ben zarların tekinsizliğinden hoşlanırdım. Bazen, çok nadiren hileli zar kullanırdım. Çok istediğim bir şeyi elde etmek için değil, başkasının çok elde etmek istediği bir şeyi elde etmemesi için… Şerefsizler… Onlar da istedikleri bir şeyi tekinsiz bir zara bağlamasınlar. İt oğlu itler… Tıpkı benim bir zamanlar yaptığımı yapmasınlar onlar da… Tıpkı benim kazandığım gibi kazanmasınlar… Kazandım …

Okumaya Devam Et

17.11.2018

“Kara böcek geldi… Geldi… Geldi…” Zihnimin derinliklerine yolculuk yaptığımda, hatırlayabildiğim ilk sözleri buydu annemin. Sonra da gıdıklardı beni ve gülerdim. Karnım ağrırdı ama bu tatlı işkence sürsün isterdim. Bıkmazdı annem. Sonra, altı yaşımda da öldü. Ardında babamla beni bırakarak. Tabii babam onun bıraktığı yerde kalmayıp tekrar evlendi. Hem de bir yıl bile geçmeden… Beni bahane etmişti bunu yaparken. Keşke yatılı bir okula gitseydim de… Kadın sessiz biriydi. Bir alıp veremediğim olmadı. Her ihtiyacımı sessizce gidermişti. Sonra da yatılı liseye gidip kurtulmuştum onlardan. Bir daha da görüşmedik zaten… Şimdi bir bebeğim var. Bir kocam var ve birbirimizi seviyoruz… Ona iyi bir …

Okumaya Devam Et

13.09.2018

Sessiz bir kadın, iyi bir anne, kötü bir “kendi” idi. Yani kendisine kötü bir insan idi. Adını bile zor anımsardı sorduklarında. Kendi adını… Sanki kulağına hiç üflememişlercesine unutuverirdi. Budha’nın öğretisini uygulamaya o kadar yakındı ki… İyiden ve kötüden, acıdan ve tatlıdan, hüzünden ve mutluluktan… tüm zıtlıklardan arınmış, benliğinden çıkmıştı. Ya da bir adım sonra çıkacaktı. Yalnızlaşmıştı. Kendisini bile yalnız bırakmıştı.

Okumaya Devam Et

10.06.2018

Yavru akbaba yuvasından çıkmazsa öleceğini biliyordu. Anne ve babası gelmemişti ve tek başına kalmıştı. Diğerleri ya düşerken ya da açlıktan ölmüştü. Zaten yuvadakilerin leşlerini yiyerek hayatta kalmıştı. Kanatları da uçabilecek olgunluğa gelmişti ölen kardeşleri sayesinde. Öyleyse uçmalı, başka leşler aramalıydı. Leş yiyerek beslenmek zorundaydı yavru akbaba. Kimse onun seçimini sormamıştı ki. Zaten sorsaydı da başka bir tercihi olmazdı. Annesi söylemişti; “Herkes seni leş yediğin için yargılayacak, takma kafanı,” diye. Sesinde ezeli bir bıkkınlık vardı bunu söylerken. Gerçi çoğu zaman öyleydi. Bıkkın olmadığı zaman da öfkeli olurdu annesi. Muhtemelen her adımında, yediği her leşte yargılanmasıydı öfkesinin sebebi. Diğerlerinin yargılaması önemli değildi. …

Okumaya Devam Et

02.04.2018

Bir nohut kadarım ve cinsiyetsizim. Kanatlarım var. Bir nohut gibi yuvarlak değilim. Zarifim. Bazıları benim bir peri olduğumu söylüyor ama ben peri falan değilim. Sadece istenmeyen bir çocuğum. Çocuğun ruhu falan değilim. Onun ta kendisiyim. Bir kürtajdan sonra, nasıl olduysa, oluşuverdim. Ben de bilmiyorum. Annemi takip ettim. Saçlarının arasına kadar tırmandım. O bilmese de bana konuşmayı öğretti. Bir kuştan da uçmayı, kanatlarımı verimli bir şekilde kullanmayı öğrendim. Babamın kim olduğunu bilmiyorum. Orada birkaç kişi varmış. Bunu annem söyledi. Söylerken üzgündü. Bir daha da evlenmedi. On üç yaşındayım şimdi. Belki evlenir ama beni düşünüp üzülmediği bir gün bile olmadı. Onunla konuşmaya …

Okumaya Devam Et

18.03.2018

Bir kadın, bebek arabasını iterek yürüyordu. Arabanın içinde neredeyse birinci sınıfa gidecek kadar büyümüş bir çocuk oturmaktaydı. Kadınla çocuğu görenler çocuğun neden o arabada öylece oturduğunu soran gözlerle kadına bakıyorlardı. Çocuk özürlü müydü acaba? İstisnasız hepsi bunu düşünürcesine çocuğu tepeden tırnağa süzüyordu. Hayır, çocuk özürlü falan değildi. Anne zamanı dondurmuştu ve çocuk bu konu hakkında ne yapacağını bilmiyordu. Hatta bir şey yapması gerektiğini bile düşünemeyecek kadar hoşnuttu bu ilgiden. Artık büyüdüğünü annesinin ölümünden sonra anlayan adam, kayda değer hiçbir şey yapmadığından zamanı yavaş işleyen bir kadın buldu ve evlendi. Aslında kendisi de zamanı yavaş işleyen bir sığınağının olmasından memnun, hareketli …

Okumaya Devam Et

31.01.2018

Tek katlı evimin penceresinin önünde, bir kaç ay içinde, türünü bilemediğim bir ağaç büyümeye başlamıştı. Gövdesi çok güzel kokuyordu ve yamru yumruydu. O kadar şekilsizdi ki, bir zencefil kökü onun yanında dümdüz kalırdı. Bir gün arkadaşımın oğlu gelmişti ve bir oyuncakçıda gördüğü arabayı alamayınca kıyameti koparmıştı. Öyle içli ağlamıştı ki, ağlamaktan yorgun düşüp annesinin kucağında uyuyakalmıştı. Pahalı olan arabayı alamayan annesi en az onun kadar üzülmüştü bu duruma. Bir yandan da bana bir çocuğun her istediğinin yapılmaması gerektiğini söylüyor, imkânsızlıklarının iyi bir yanını bulmaya çalışıyordu. Gerçi haklıydı. Bir çocuğu şımartmak ona kötülük yapmak olurdu. Yine de ikimiz de biliyorduk ki, …

Okumaya Devam Et

06.12.2017

Konuşmayı sevmiyordu. Kimseyle… Belki kendi kendisine… Gülmeyi seviyordu ama. İnsanlara gülmeyi seviyordu. Sadece konuşmak gereksiz geliyordu ona. Bir gün bir dergide bir makale okumuştu. Kargalar, papağanlar, maymunlar ve filler diğer hayvanlara göre zekiydi ve bunun nedeni topluluk halinde yaşamalarıydı. Yani bu insanlar için de geçerliydi. Ne kadar iletişim kurarsan o kadar zeki olurdun, beynin o kadar çok gelişirdi. Bu kadar basitti. En azından bu araştırma ve türevleri böyle söylüyordu. Oysa o iletişim kurmayı sevmezdi. Toplumla belli bir iletişimi de yoktu. Yani en aza indirgemişti her şeyi. Peki zekası? Ona göre gayet iyi çalışan bir zihni vardı; çünkü insanları, daha doğrusu …

Okumaya Devam Et